12 Nisan 2012 Perşembe

Kadınlara Özel

damar fobim var. böyle saçma bir fobi var mı bilmiyorum ama yoksa eğer ben buldum lan. bir insanın elindeki, kolundaki, yüzündeki damarlar çok belirgin ise o insanla konuşamam. yani konuşurken ona bakamam. hatta kendi elime falan bile zor bakıyorum. böyle sıcakta falan şişiyor bööööeh tanrım kusucam. bugün bariz genel müdürle toplantıdayken, anlamadığı bir kelimeyi tekrarladım, hızlı söylemiştim belki de. gene anlamadı. sonra aklıma ingilizcesini söylemek gibi dahice! bir fikir geldi, ve kaşlarını kaldırarak ingilizce kelimeyi alaycı bi şekilde söyledi. o değil de niye ruhum şarısın sözlüksözlükte bik bik türk kızı diye öten ey sevgili türk erkeği, dur hemen eksileme be! altı üstü haklısın, arada cidden yanlış tepkiler veriyoruz diyecektim. "uf snne slk" (böyle mi yazılır?) diye tepki veriyoruz ya size, işte o ara sövmekte haklısınız. önce durup düşünüp "lan belki de sadece sohbet edecek insan arıyordur?" demeliyiz bazen. demedik mi bizde sorun olabiliyor. ama siz de hak verin yani, aranızdaki suda kalmış odunlar yüzünden bu hale geliyoruz. kısacası her sazan diye gelen bazen somon çıkabilir, tadına varmak lazım. süprizler güzeldir. kibirliyim en az senin kadar. kimseye burun kıvırmıyorum. yüzümü çevirmiyorum. sen neşelenince ne yapacağımı bilemiyorum. hele hüzünlenince onu hiç bilmiyorum. gidince gelince de. sonra susuyorum. susuyorum. küçük bir çemberin etrafında dönüp duruyorum, uydu olmak tam bana göre. düşünmenin her türlü sorumluluğundan uzak. tembellik ve sakinlik... aradığım bundan çok uzak elbet. hayatımdaki herkesi bırakıp bir yere gitmeyi çok istedim ama değişmiyor gitsem de. hep aynı şeyler aynı saçmalıklar... tek bir kimseyi de istemedim, ne istedim onu da bilmiyorum. ama artık çok sıkıldım. tatsızlıktan. erik yiyesim var ekşi bile olsa. acıyacak da olsa koşup gelesim var, koşup düşesim var. kendimi hiç bırakmadım. kendimi hiç sallamadım. seni hiç unutmadım. her isimde bir şey var: mesela karıncalar, mesela eski köprüler, çoraplar, arabalar, en çok şarkılar, şarkıların kendileri değil şarkı olmaları, sonra deniz, sonra kadıköy, sonra eller, sonra kelimeler, sonra filmler tabi ki, en çok diller... nasıl itiraf edelim ki başka. nasıl ağlayayım. gülüyorum ben, içimde saçma bir huzur da var, aynı yerde kalmanın huzuru... başka bir açıklaması yok. ama gelip gidelim desen kaçardım, gelip şunu yapalım deseydin yapardım, uydusuyum zaten herkeslerin, sen gidince öylece kalakalmışım. küçümseyen her bakış benimki gibi geliyor bazen, sonra herkese tokat atasım geliyor. senin öfkeni anlıyorum o zamanlarda. konuşulmak çok tuhaf ve garip. oyunsuzluğumun samimiyetten olduğunu kimsecikler anlamıyor, aptal değilim, öyle olsa görmezdim kimsenin bu kibirli suratlarını, aptalı oynamak olsaydı bu çok gülebilirdim ama oynamıyorum ben. kızmıyorum ama bazen kendime kızıyorum. suskunluğuma, anlatmak, yanlış anlaşılmak çok mu önemliydi değildi elbet, ama bunu anlayamıyorum. öyleyim işte, öyle olmuşum. bir kere olmuşum. eski resimlerime inanamıyorum mesela, başkasının gibi. senin olmadığın zamanlarımı garipsiyorum. her anı cap canlı oysa ama bedenim çok yabancı geliyor. yaşlanıyorum. biliyorum. daha beklediğim bir şey yok. ne yapayım olsun diyorum, özlüyorum umut etmeyi, seni, küçüklüğümü... kaçmayı isteyemiyorum, sadece bekliyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder