30 Nisan 2012 Pazartesi
Bursa Bilgisayar Teknik Servis
yumurta kapıya dayanınca panik olan tembel öğrenci sendromu yaşıyorum. heh bugün iş ilanlarına bakayım dedim, lise mezunu olarak baktığım işleri kendime yakıştıramadım. bak bak tipe bak. zaten garsonluk, call center elemanlığı, sekreterlik falan direk baştan eledim de "depo sorumlusu" vardı mesela, benim gibi adam için maaş şahane, yemek ve ssk da var. gerçi almazlar tabi benim gibi deneyimsiz şusuz de, oldu kafaya bi taş düştü aldılar diyelim bi an düşündüm "ıyyy depo sorumlusu mu olucam yeaaa" dedim kendi kendime. tipe bak tipe, lan işin gücün yok. ne bilim sonra böyle bi panik atak oldum bi panik atak oldum püfffff. eğer yanlız yaşayıp da hasta olduysanız, baya ama ateşli grip falan, o hastalık süresini yanlız geçirmek zorunda kalmışsanız anlarsınız bence ne hissettiğimi şu akşam. en azından 1-2 kişi çıkar "aa evet lan" diyen.
Bursa Bilgisayar Teknik Servis
panik atak çıkmaz sokakları: iş bulayım desem bulacağım işler lise mezunu işleri ki kendime yakıştıramayan götü kalkık denyoyum. okula devam edeyim desem edemem, hem mali açıdan yük hem ben beceremiyorum. iş bulmayım, okumayım da desem istanbulda duramam izmire baba ocağına dönmem gerekir. kendimce çarpık algımdaki opsiyonlar bunlar. kuşkusuz sağlıklı bir birey bu durumda benim kadar panik yapmaz ve "yapılması gereken ne ise" onu yapar. ama ben sağlıklı bir birey değilim. canıma tak etmiş. şımarık eleştirilerine kızmam ne kadar manalıymış. şımarık dananın tekiyim neticede. işin özü bu. hayat bıdı, hayat herkese zor. oysa bugün gelsin hanımefendi-herhangi biri, elimi tutsun, bütün bunlar geçecek desin diye her şeyimi verebilirdim. o kadar kendimi kaybettim.
aslında işin bu noktaya geleceğini 1 sene önceden de görebilirdim. okulu bırakırsam ne olacak yolum diye düşünsem varacağım sonuçlar gene aynı olacaktı. hayatım boyunca kimseyi sosyal/ekonomik statüsü ile yargılmamış bi insan olarak kendimi en yüksek standartlar dahilinde yargılayıp hükmü veriyorum. bir yandan normal, hani sisteme dahil olma çabasına girersen elbette sistem değerleriyle yargılarsın. o kadar saçma ki, bütün mevzuyu 2 haftaya sıkıştırdım. 2 hafta içinde über büyük kararı vermem gerekiyor. sonra niye panik atak. al sana atak dışın dışın. bana zaman lazım. zaman en güzel şey. zaman geçsin. bütün depresyon tedavi yöntemi bi şey yap! olan zihniyete neden sinir oluyorum acaba. ciddi ciddi izmire dönmem gerekiyor galiba. her yönden çözüm işte. belki meczup diye adım çıkar falan akrabalar ilişmez, konu komşu falan şey yapmaz. biri gelip elimden tutaydı iyiydi.
Vestel Bursa Servis
bu akşam heteroseksüel bir erkek olarak başka bir erkeğe çıkma teklifinde bulundum. kendimi memeleri yeni yeni tomurcuklanmış liseli kızlar gibi hissediyorum. olaylar şöyle gelişti;
Vestel Bursa Servis
spor salonunda her zamanki rutin çalışmamı yapıyordum, iftar sonrası olduğu için hayli kalabalık olan salonda aletler için sıra beklemek gerekiyordu, derken elemanın biriyle muhabbete koyulduk. bir yandan sohbet edip bir yandan antrenman yapıyorduk, vücut tiplerimiz, spor geçmişimiz, antrenman programımız ve kaldırdığımız ağırlıklar hemen hemen aynıydı, konuştuğum kadarıyla da kafa dengi bir elemana benziyordu. beklemenin manası yoktu, ilk adım benden geldi.
"seninle antrenman partneri olalım mı?" dedim. ürkekti ve şaşırmıştı ama oda benden etkilenmiş olacak ki "tamam" diyiverdi. birbirimizin numaralarını aldık ve bir sonraki antremanda görüşmek üzere ayrıldık. artık benimde bir antrenman partnerim vardı.
Baymak Servis Bursa
sigarasız kalcam diye ödüm kapıyor. hep dörder dörder alıyorum misal. beş paket almam mesala, rahatsız eder beni. üç pakette almam. dörtten az olması sebebiyle o da rahatsızlık verici. yani mesele şu ki kafamda belirlediğim sayının altına düşemem asla. hep korkarım sigarasız kalıcam diye ama hep de kalırım geceleri. pisikopata bağlıyorum sonra. yok ya hani, içemiycem ya hani. eskiden sigarayı ikişer tane alırdım hep ama şimdi yaz olduğu için sayıyı dörde çıkardım.
(bkz: #21628924) boşum çünkü, e ne yapcaz, içcez tabi.
Baymak Servis Bursa
dün gece de sigarasız kaldım yine. ne yapsam ne etsem diye düşünüyordum. evi bana yakın ve nazımın da geçtiği bir arkadaşa mesaj attım sonra. ne yapıyorsun falan dedim muhabbeti açtım. iyilik senden dedi. ya dedim kötüyüm ben. aradı ne oldu dedi. sigarasız kaldım dedim. bu mu dedi. bu, ne var, ne dalga geçiyorsun dedim. e çık dışarı git al marketten, yaz daha açıktır dedi. ya bizim market 10'da kapanıyor dedim. o sırada saat 11 falandı. getireyim mi sana sigara dedi. getir ama 4 paket dedim. güldü neden 4 dedi. ya 4 tane olsun lütfen o konuda cidden çok hassasım dedim. tamam bekle geliyorum dedi. bir tane de sevdiğim çikolatadan almış. ama yemedim diyetteyim. çikolatayı geri alayım ben o zaman dedi. yok dedim merak etme, arada sırada ödüllendiriyorum kendimi, o zaman yerim dedim. ya dayanamaz yersen, alayım ben alayım ver hadi dedi. yok dedim vermem. gitti sonra.
insan denen şey dostlarına falan şımarmalı. zaten azlar. çok azlar zaten. şımaramayacaksak neden varlar ki? onlar da bana şımarıyor hem. bana yakın olan insanlar benden birşey istediğinde çok mutlu oluyorum. bir ay kadar önce bir arkadaş sevgilisinden ayrılmış, dedi sana gelecem, ben ağlıycam, anlatıcam sürekli, sen de beni dinleyeceksin ve rakı sofrası hazırlayacaksın bana dedi. ayıp ettin oynarım sana bile, bütün gece kafamı titebilirsin, gel hazırım dedim. oynadım hem de. güldürdüm onu. allasen başka erkek mi yok, bırak yaww dedim. (yalan söyledim, çok iyi çoçuktu be, ama neaaaabayımmm bunu duymaya ihtiyacı vardı). güldük epey, zamanında kendi yaptığım gerizekalılıkları da anlatınca rahatladı. kızım dedi keşke erkek olsan sen. manyak mısın sen be dedim ve kızdım ona. çok kızdım. ya ben bu lafı çok duymaya başladım bu aralar ama git lütfen bir erkek bul sen dedim. ben seni titemez dedim. yine güldük sonra.
Lg Servis Bursa
dün izmir göztepeye bir arkadaşımla yolculuğa çıktık.vücudumuzun artık kadınsızlığa tahammülü kalmamıştı.iki kadın yada iki sürtük bulma peşindeydik.göztepe köprüsünün orda oturduk,kadın bekledik saat 1di,iki saatten fazla oturduk ama yanımızdan 2 tane kadın veya 2 tane sürtük geçmedi.izmirde 1milyondan fazla kadın vardı ama yanımızdan 2 tane kadın geçmedi.çöplüğümüze döndük
Lg Servis Bursa
havaalanında gördüğüm adam oturmuş fısır fısır telefonla konuşuyordu. bir de şapka takmış,yüzünü falan gizlemişti bildiğin. uzaktan bakınca da kıvanç tatlıtuğ gibi görünüyordu ben de gittim yanına ben gidince kafasını kaldırdı alakası yok kıvançla falan. hiç bozuntuya vermedim "telefonumu kaybettim burada otururken" dedim etrafa bakındım ve gittim. sonradan da fark ettim ki telefonumun orda olması imkansız adam zaten 2 saattir orda. ah be sözlük bu rezilliklerimi toplasan burdan köye yol olur.
Acer Servis Bursa
bir yakin arkadasimdan o kadar biktim ki sozluk. her dedigi batar oldu. agzindan hic guzel laf cikmamasindan biktim. surekli olumsuz olmasindan biktim. zor bir donemden geciyor ama daha fazla katlanamiyorum. mutlu gunlerin arkadasiymisim evet. kotu gun dostu degilmisim. ve fakat yillar oldu, gecmedi depresyonu sozluk. resmen tahammul edemiyorum ona. o ise bana normal davranip, benim ona neden boyle davrandigimi anlamaya calisiyor. dun yine herkesin icinde tersledim. ona karsi saygimi tamamen kaybettim sanirim. sevgi desen tereddutlerdeyim. neden hala arkadasim oldugunu bilmiyorum.
edit: bugun geldi, neden boyle davraniyosun dedi. icimi doktum anlattim. hic konusmayalim o zaman dedi. ben kusemem kimselere dedim. agladi. daha az goruselim dedim, bosver dedi :(
Acer Servis Bursa
iş arkadaşım yüzünden kendimi bok gibi hissediyorum sözlük be. kötü hissediyorum anlamında da değil, bok gibi. işe yaramaz, çöp, bok, falan. bu kızla tanışmadan önce işe yaramazlığımla mutlu, boş bir insandım. hiçbir konuda en iyi olmamayı takmıyordum. ama arkadaş bu kız hem mükemmel bir araştırmacı, hem mükemmel ev hanımı (vallaha örgü de örüyor çocuk kitabı da yazıyor yemek de yapıyor evi de tertemiz kaltağın) insan ilişkileri iyi, ona tapan bir sevgilisi ve iki manyak kedisi var, o kadar sinirimi bozuyor ki bu durum kusmak istiyorum. çok da seviyorum kızı, kıskançlık da değil hissettiğim. onun gibi olamamaya değil, kendim gibi olmaya bozuluyorum.
Acer Bursa Servis
bir buçuk aydır araba arıyorum. bütçem belli. istediğim araba belli. ama o arabadan ya satan yok ya da bulduklarım çok boktan. çürük çarpık. her gün sahibinden.com'da turluyorum artık gına geldi. sıkıntıdan ev bile bakmaya başladım siteden.
şu aralar iş yerinde sıkıntıdan çıldırmak üzereyim. mail attığım insanlardan, özellikle yurtdışındakilerden, 3-4 haftalık out of office mesajlarını görünce moralim bozuluyor. küfrediyorum da evet.
Acer Bursa Servis
über zengin olsaydım sanırım belgesel çekerdim. veya dragon's den deki olayı kendi paramla yapar yaratıcı fikirleri desteklerdim.
hayatımda en çok merak ettiğim hisleden biri sayısal loto veya milli piyango'dan büyük ikramiye çıktığı zaman duyulan his. hep de az okumuş insanlara çıkıyor bu genelde. adam köyde halen okey oynuyor falan. sana çıkmasın işte ulan ! ne zevk almayı biliyosun şu hayattan. öküz geldin öküz gideceksin. bi tane de örnek görmedik ki bu parayla böyle çılgın şeyler yapsın ne bileyim bir ali ağaoğlu görgüsüzlüğü sergilesin. bana çıkarsa yeminle arkama bir romen saz takımı alacam. giyinecem en parlak abuzer kadayıf kıyafetimi. 1'er dolarlık banknotları saça saça iş yerime geleceğim vur patlasın çal oynasın yapacağım. çok ciddiyim.
kurduğum en büyük hayal ise içi para dolu çanta bulmak. o kadar da sığım.
Bursa Bilgisayar Servis
sporda doyumsuzum. illa sınır zorlayacam. illa onu da yapacam. onu yaparken şu da eksik kalmayacak.
"sadece vg yapmak yetmiyor. neden bir olimpik halterci gibi power clean yapamayayım ki? hemen büyük bir tır lastiği ve boş bir arazi bulup, tire flip de yapmalıyım. brock lesnar'ın antrenman videosunda izlediğim o halatlarla yapılan egzersizi ne zamana sığdırabilirim acaba? 4 gün akşamları ağırlık çalışsam, 2 sabah işe gelmeden hiit yapsam, bir gün de yüzerim... hmm boksa da başlamam lazım. onu ne araya sokacaz lan? ya da direk kick boksa mı geçsem? hem benim kaval kemiğim neden şu muay thaici herifler kadar hissiz değil? dur bir kaç ağaç döveyim. eskisi gibi karateye mi dönsem acaba?
Bursa Bilgisayar Servis
0 carb'la çalışayım. ama ağırlıkları yükseltmeye de devam edeyim. bakalım vücut ne kadar dayanacak? dur lan iftardan önce antrenman yapayım, kaç kilo kaldırabilecem? barbell complex diye bir hareket gördüm, onu yapayım. başım dönüyor ama olsun... zibilyon tekrarlı squat'ı açken de yapabilmeliyim. dizlerimin acısı beynime vuruyor..."
daha gider bu...
hayır arkadaş, bir insanın bütün atletik değerlerini aynı anda tepeye çıkaramayacağını bilecek bir spor geçmişim de var ama neden engel olamıyorum, neden doyamıyorum, bilmiyorum. ölümüm spor salonunda olacak.
Vaillant Servis Bursa
hala 12 eylülden nefret ediyorum. hayatımı mahveden adamı görsem hala ne yaparım bilmiyorum. tek bildiğim şuan çok daha büyük ve güzel bir aşk yaşadığım. ama lanet olası geçmişim yüzünden paranoyalarımı bir kenara atamıyorum. ya beni bırakıp giderse diye düşünüyorum sürekli. bırakırsa ne yapacağımı bile düşünüyorum. kafamda bırakılma senaryoları çizip, karşı ataklar planlıyorum. tek başımayken kendi kendimin ağzına ediyorum. adamın tek yaptığı beni sevmek biliyorum, yine de bunları aklımdan geçirmeden duramıyorum. ah bir de kucağımda fenalaştığı günden beri gördüğüm kabuslar. hayat zorlamaya çalışıyor belki beni. oysa bilmiyor ki ben kendimi daha çok zorluyorum zaten. ayrıca hayatımın her noktasında paranoyak bir insanım.
Vaillant Servis Bursa
Bosch Servis Bursa
hollanda'dayım, sokaktaki rasgele hatunlar bile topmodel gibi (olmayanlarıda var tabi ama genelde böyle). herbiri şarışın renkli gözlü güler yüzlü kaprissiz. bense burada gudubet gibi bir kadınla tıkılı kaldım. sorarım size 41 yaşına kadar hiç çalışmamış hiç evlenmemiş çirkinlikten kırıp geçiren bu gudubetten ne hayır gelir. bunu buraya yollayan zihniyete sorarım hangi akla hizmet ingilizce bildiğini iddia eden ama daha mesure bile diyemeyen, bi bok anlamayınca telafuz telafuz diyen safinaz kılıklı bu öküz kadından nasıl istifade edeceksiniz?
Bosch Servis Bursa
şirketim rica etti kadına kötü davranma dalga geçme diye, kendimi çok zor tutuyorum dalgamı geçmemek için ama kadın işimi hiçte kolaylaştırmıyor. en ufak bir zeka pırıltısı görsem tamam diyeceğim ama yok!
üniversitede ömür boyu yüksek lisans için uğraş sıkıntıdan akvaryum bitkilerine dadan ama bi boktan anlama. ama sırf o yüksek lisansın hatrına benden fazla maaş al. çıldırmamak kadını camdan atmamak için kendimi kasıyorum odalara kapanıyorum sokaklara vuruyorum kendimi. bu güzelim şehirde rüya gibi vakit geçirecekken uğraştığm şeylere bak.
Vestel Servis Bursa
su ramazan ayinda (ki daha baslayali 9 gun oldu) bir oruclunun iftar sofrasinda yedigi aylik hurmalarin toplamindan cok daha fazla hurma yedim. azi dislerinde katir kutur seker kiran cocuk hevesiyle deliler gibi hurma yiyorum.
öğrenci masraflarımı çıkarmak için özel bir gümrük firmasında 1 aydır çalışıyorum. her sabah işe gitmeden imperial march dinliyorum. gün içinde bir çok ünlü firmanın türkiyeye gümrük giriş iznini getir götür yapıyorum. karanlık taraf için bunları yakmayı düşünüyorum. biliyorum güç benimle falan değil. sanırsam çok fazla star wars'la yaşıyorum. vader'ı fazla örnek alıyorum. arada kendimi sapık gibi hissediyorum.
Vestel Servis Bursa
ev arkadaşımın arkadaşları eskişehire gelmiş ve onlarla buluşmaya gitmiştir. evde canı sıkılan bende onların yanına gitmeye karar verdim. neyse gittim yemek yicez arkadaşlarından birinin üstüne-ki aslında arkadaş değillermiş arkadaşının arkadaşı hesabı- bol ketcaplı yemeği döktüm. öyle utanç verici bir durumdu ki, o 2 saat boyunca utancımdan konuşamadım bile.
Demirdöküm Servis Bursa
herkes load ile bitti dese de bence reload ile metallica bitti.load belki bir metal albümü havası vermiyordu,ancak bu albümün, bir pop albümü havası taşıdığını düşünmek yersiz.load içinde country öğeleri ve classic rock öğeleri içeren bir albüm,elbetteki bu albüm bir "jusitice for all" kadar iyi bir albüm değil ama bu albümle metallica hala yaşıyordu.illa sert albüm yapılcak diye bir şart yok.(bkz: until it sleeps),(bkz: king nothing),(bkz: outlaw thorn)unutulmayacak parçalardır.özellikle until it sleeps'in sözleri i
nsanı bitiriyor
Demirdöküm Servis Bursa
dave mustaine: "... when nick (menza) and i went our separate ways though i still stayed in touch with him cause i still loved him. the way i was let go with metallica was wrong. it just was very wrong. and the way that they say that it happened is close but it’s not the way that it happened. i’ll tell you what. if those guys would have said “get your shit and get out!”, i would have kicked all their asses. you know, they wouldn’t talk to me like that and i guarantee you that they wouldn’t talk to me now like that."
- yes but hey, you were at least friends back then, i mean, even slightly…
"i don’t know so much about the friendship thing but they just wouldn’t talk to me like that. so, i didn’t want to fire nick that way. even after i let him go, i kept in contact with him."
29 Nisan 2012 Pazar
Bosch Bursa Servis - hayali.org
bitti öldü diyenlere birde rock am ring 2003 metallica konserini öneririm.bu herif * deli uymus metallicaya.artı böyle bir performans böyle bir azim görmedim daha önce metallicada.lars oturmus kücük davul setinin basina(ki fixtir daglarin tepesindeyim hayvan gibi davul setinin arkasında calarım tribi larsin) deliler gibi asilıyor,james desen ucuyor adeta,kirk her zamanki gibi agir abi tabiriyle vermis kendini gitara delice sololar atiyor.uzun zamandir canlı performansına sahit olmadıgım metallica gene vurdu beni kalbimden gene dagitti ortaligi gene asik etti kendine.saygı duysamda sevmedigim davulcu lars resmen sarap gibiydi konserde resmen cosuyor costuruyor ve o sımarıklıgından eser kalmamıs en önemlisi.fethetti gene kalbimi onbininci kez.
Bosch Bursa Servis
20 Nisan 2012 Cuma
Kuşadası Bosch Servisi
türkiye'nin en büyük spor kulübü. bunu sadece ezeli rakip taraftarlarının en çok kendisiyle uğraşmasından ve en çok ondan nefret etmesinden bile anlayabiliriz. sarıyla birlikte en güzel giden rengin lacivert olmasıyla en güzel renklere sahip spor kulübü. galatasarayı her branşta, her şartta her zaman yenen kulüp. taraftarıyla en çok bütünleşmiş olan kulüp.
son olarak; yense de yenilse de her zaman destekleyeceğimiz, baş tacımız, biriciğimiz.
Kuşadası Bosch Servisi
bu sezon yolunu kaybetmiştir. rıdvan' ın da dediği gibi zico' nun 70 puanlık şampiyonluğuna aldanmış kötü puanla gelen başarıyla uyumuştur. halbuki daum şampiyon olamadığı sezon bile 81 puan almıştır. şimdi ise her maçını kazansa bile maksimum 71 puan yapacaktır ki bu imkansıza yakındır. klübün temel direklerini sağlamlaştırmış fakat kadrosunu zayıflatmıştır bununla beraber aldığı puanlar da düşmüştür ve benim gibi taraftarlarına acı çektirtmiştir, yürüye yürüye değil koşa koşa bile şampiyonluğunu kaf dağının ardına bırakmıştır.
Kuşadası Profilo Servisi
ridvan gibi ciddi fener yorumcularini follos etmis takim. simdi yogurdu bile ufleyerek yiyorlar. ozellikle 7-0 lik hacattepe macindan sonra ki yorumlari okuyalim. ercani zaten skor yazari olarak biliyoruz ama ridvana az kufur etmemisimdir. zira ondan sonra ki haftalarda suni fener ortaya cikmistir. hatta dun bazi gazetelerde aragonesin sistemi oturuyor masallah temali yazilar okudum ya, ne kadar mesut oldum. ulan siz adam olmayacaksiniz. herkes biliyor ki bu fenerden cacik olmaz.
emniyet müdürlüğüne, "stadyumdaki teröre kurban verilmesi mi bekleniyor" diyerek fotoğraflı giriş sayfası oluşturan ve terör estirenlerin fotoğrafını yayınlayarak, emniyet müdürlüğüne yardımcı olan spor kulübü.
Kuşadası Profilo Servisi
2008-2009 sezonunda oynadığı futbolla , mehter takımını andıran ama ne zaman ileri ne zaman geri adım atacağı belli olmayan takım!
4 mart 2009 fenerbahce sivasspor macindan sonra sivas yollarındayı stadyum apollolarından banır bangır öttürmüş spor kulübüdür. sivasspor başkanı tepki gösterince de "bir art niyet aranmasın, gerekirse özür dileriz" diyebilmişlerdir. arkadaşım madem bir delikanlılık(ki bence saygısızlıktan başka bir şey değildir) yapıyorsun, delikanlı gibi arkasında dur. oran buran ayrı oynamasın.
Kuşadası Klima Servisi
olsun be dediğim canım takımım. sen, ali şen ve ekibine, hiç bir işe yaramayan gruplara tahammül etmiş takımsın. şampiyonluklarını çalanların, dürüstlükten ve kendilerini türkiye zannetmelerinden bahsetmesini duymuş takımsın. bu da geçer, elbette ki başarısızlıkta olucak, zaten geçen yıl sevilla maçında sonra kalp krizi geçiriyodum gencecik yaşımda. hele ki chelski yi yenince kafayı yeme raddesine geldim. bu kadar mutluluk fazla bize, naapıcaamızı şaşrıyoruz. bu sene bizi kendimize getirdin, sağol be fener, canın sağolsun senin .ben hala 103 gol atan kadronun resmini asıyorum duvara.
Kuşadası Klima Servisi
budur işte fenerbahçe, bir yıl önce altıncıdır, ertesi sene şampiyon, bir sene önce şampiyonlar ligi çeyrek finali oynamıştır, ertesi sene futbol bile oynayamamıştır. aksion bitmez fenerbahçe'de. başkan değişir, hoca değişir, en kral futbolcu 2 sezon sonra yoktur. ama fenerbahçe'yi özel kılan budur işte. her fenerli söze "ben hasta fenerliyim" diye başlar. doğrudur. çünkü hüznün kralını yaşadıktan sonra mutlu olabilen takımdır fenerbahçe. mutluğun ve hüznün değerini anlarsınız fenerliyseniz.
ama başka takım taraftarıysanız şampiyonluğu 14 sene bekleyip hile hurdayla şampiyon olduktan sonra sevinme utanmazlığını yaşayabilirsiniz. 20 seneden fazla şampiyonluk beklersiniz, tam geldi dediğiniz anda 14 yıl bekleyen takıma maçınızı satar beklemeye devam edersiniz. birde 10 yılda bir şampiyon olanlar var ve bunu 10 konuşanlar, o zamanda zannedersinizki 10 yıldır şampiyon oluyosunuz.
bizden başkası sevmesin feneri, bok atsınlar, şikeci desinler, ezik desinler. rakiplerimizi havaalanında karşılayıp kendilerine özel birahanelerinde ağırlasınlar, bizim yıllar önce arzu ettiğimiz dürüstlük ve doğruluk kavramlarına eziklik diyip emzik takanlar, şimdi futbol federasyonuna bildiri yayınlasınlar.
biz mutluyuz, ezik, şikeci, bok atılan olmaktan. en azından dürüstüz biz.
Damat
işte istanbul'da ilk girdiğim kapı buydu, bin dokuz yüz seksen beş yılının güneşine güvenilmez bir eylül günü...
"dışarda mevsim baharmış, gezip dolaşanlar varmış,
günler su gibi akarmış, geçmiyor günler geçmiyor..."
kaçmak istiyordum hemen ankara'ya, bana o sıra yatay görünen şimdi anlıyorum ki fazlasıyla dikey bir geçiş yapmak istiyordum itü inşaat'tan ankara'da herhangi bir inşaata...
ama öğrenci derneğinin kuruluşuna bizzat katılmıştım ve diğer devrimci arkadaşlara karşı bir sorumluluğum, özerk demokratik üniversite mücadelesinde de bir görevim vardı... bütün bunların dışında gamzelerine yuva yapmak istediğim ama bir türlü sığamadığım bir de sevgilim vardı.. ilk sevişme için sabahın yedisinde okulda buluşup koca mustafapaşa'ya iki otobüs değiştirerek geldiğim. ve seksten bu kadar uzak aşka bu kadar yakın bir sevişmeyi ilk ve son kez yaşadığım.
"maviye maviye çalar gözlerin...
itten aç yılandan çıplak gelip durmuşsam kapına..."
seni seviyorum. seni istanbul'u sever gibi seviyorum. artık istanbul'u seni sever gibi seviyorum.
"dostum dostum güzel dostum,
bu ne beter çizgidir bu, bu ne çıldırtan denge...
yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe..."
çok komik kafe çay ve briç seanslarından geçtim sonra. bizim kafeye takılan öğrenci aleminde hafif yollu bir şöhretimiz de oldu hani, çok komik kürt çocuk başlığı altında. ve "sen niye yazmıyorsun?" sorusuyla sevgili belma'cığımın ağzından çıktığı sıra karşılaşmış, o sıra belma'yı tanrının bir elçisi, soruyu da bir tanrı buyruğu saymışım: yaz!
ve o gün yaşamayı erteleyip yazmaya başladım.
"...acı çekmek özgürlükse özgürdük ikimizde..
o yuvasız çalı kuşu bense kafeste kanarya..."
arkadaşlar olmasa kimse hiçbir konuda kendini teşvik edecek insan bulamaz. senden diyorlar tiyatrocu da olur ha, komik adamsın kardeşim. bu gazla başlamışım tiyatroya başlayabilmek için önce insana işkence yapmak için icat edilmiş sınavlarda rezil ile rüsva'yı oynamaya. sahnede tek başınayım ama iki boktan rolü aynı anda oynuyorum. anladım ki sınav sevmiyorum. o zaman jüri müessesesini de sevmemiştim... sonra hepsini tanıma fırsatı buldum beni seçmeyen jüri üyelerini ve hepsini sevdim.. yani jüri üyelerini tanıdıkça anladım neden güzel insanların jüri olmaması gerektiğini. kim birçok insanın hayallerini çöpe atmak ister ki? çünkü bütün sınavların sonunda mutsuzların sayısı mutlulardan çok daha fazladır.
"beni burada arama anne... kapıda adımı sorma..
saçlarıma yıldız düşmüş koparma anne ağlama..."
muhsin (kızılkaya), vedat günyol'u, yani ak saçlarının ışığıyla önüne kim gelse on saniye içinde aydınlatabilen o büyük adamı tanımasa, vedat günyol da ferhan şensoy'un ustası olmasa ya tiyatroya girecek başka bir baca bulacaktık ya da hiç bulamayacaktık.
"kaç zamandır yüzüm traşlı...
saçlarına yıldız düşmüş koparma anne ağlama..."
amatör yıllardan para mecburiyeti zeminlerine doğru kaydım sonra.
"an gelir şimşek çakar masmavi heybetiyle siyaset meydanını.. ve direkler çatırdar yalnızlıktan.. an gelir attila ilhan ölür..."
başka ağızlar söylesin diye şakalar yazdım durmadan. bazen tutuyor bazen tutmuyordu ağızlar... benim ağzımda şaka olan başkasının ağzında hiç şaka gibi durmuyordu bazen. zaten bu yüzden kendi şarkımı kendim söylemem gerektiğine karar verdim. onlardan öğrendiklerimi yanıma alarak ayrıldım onlardan.
"yağmur yağsın isterdim bu sabah…
merhaba soylu sevdam merhaba..."
ve bir hüzünbaz sevişmeler dönemi başladı. bu bahsin detayına girmeye lüzum yok, ayrıca kitabını yazdım zaten.
"o mahur beste çalar müjgan'la ben ağlaşırız...
güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı...
o mahur beste çalar..."
ayrı yollarda yürüdüğümüz yıllarda bile yol arkadaşımmış meğer dediğim hem büyük hem küçük kardeşim, adının önüne sıfat bulamadığım necati akpınar'la bir kolumuzu tefeciye vererek kurduk beşiktaş kültür merkezi'ni.
"ağladıkça... ağladıkça.. güneşi tutacağız göreceksin..
ilk yazda bitti telaşım... bahardan mı yoksa aşktan mı..
ağladıkça... dağlarımız yeşerecek göreceksin..."
sonra geldiler... geldiler... ve çok şükür ki hâlâ gelmekteler. hiçbir istatiksel bilgiyle genel durumu anlaşılamayan sevgili seyirciler...
"...martılar ağlardı çöplüklerde...
biz seninle sarılırdık... şehirlere bombalar yağardı
her gece biz durmadan savaşırdık..."
ve bünyemden bir başka bünye yarattım ve kimilerine göre bünyenin o küçük parçası bütün bünyeyi temsil etmektedir:mükremin çıtır ki kendisi aynı anda "neydi lan o lavuğun adı... suyun debisiyle alakalı bir ismi vardı.. hah! coşkun" esprisinin, hem de "o ne biçim laf kızım! senin parmağına çöp batsa benimki kanar" sözünün sahibidir. birçok otogarda dolaştıktan sonra ilk ateşböceğini gördüm. oyunu demet akbağ'a mı yazdım yoksa demet akbağ'dan mı bir oyun çıkardım bilmiyorum. ama çırılçıplak bir yürek nasıl sahneye çıkar da nasıl bütün seyircinin yüreğini kendi yüreğine katar bunu öğrendim kendisinden.yarım adım arkamda yürüdüklerinde bile kendimi sonsuz bir güvende hissettiğim diğer yol arkadaşlarımı buldum zaman içinde.
"geceden karanlık... geceden mülteci kederim...
korkarım dinmez yüreğim,
korkarım senden korkarım...
"sonra aslında hayatımın ilk göz sancısı olan sinemaya bir selam teşebbüsü (bu yazı yayına hazırlandığında vizontele filmi vizyona girmemişti)...sonra?.. sonrasını henüz bilmiyorum. ama artık şunu iyi biliyorum: bundan sonraki güzergahta dilimin kayganlığına karışacak, bütün istanbul yıllarıma film müziği olacak, yalnız yürüdüğüm bir yolu pes bir hüzünle yürünür kılacak bir şarkı ya da türkü bulmam çok zor olacak.
neyse ki gitme vakti geldiğinde zamandan, yani acımasızlık, hoşgörüsüzlük, başka türlü olabilen, başka türlü düşünebilen insanlara karşı hızla harekete geçebilen o nefret duygusu benim de yüreğime fazla geldiğinde söyleyecek bir şarkım olacak en azından:
(ama yine de bir gün, güneşsiz bir ülkeye sürgün ederse hayat, yüksek rakımlı bir yüreği, söyleyecek bir şarkı var hala: )
"artık seninle duramam. bu akşam çeker giderim...
sana yazdığım şarkıyı sazımdan söker giderim!"...
Birsen ve Ecevit'n aşkı
her bölümde mal bulmuş mağribi gibi ahmet kaya çalınsın istediğim dizi. hatta ahmet kaya çalınsın, dizi o şarkıların etrafında şekillensin. olmadı ahmet kaya çalınsın arada reklam verilsin biz de dizi diye izleyelim o kadar yani...
an itibariyle irfan'ın hırsından kurtadama dönüştüğü sizi. ortalığı yıkıp ulumakta.
güzel, kaliteli, sürükleyici, uzun yıllar sonra beni tv başına oturtan, dakikaların ve reklamların geçmesini bekleten dizidir. fakat 7. bölümüyle birlikte sadık seyircilerinden biri olan beni ikinci kez rahatsız etmiştir.
--- önceki bölümlerden birine atıf yapan 7. bölüm spoileri ---
önceki bölümlerden birinde eski gardiyan hüseyin, takoz irfan'ın tehditleriyle mahkemede sait lehine ifade veriyor ve akabinde sarı'nın gazabına uğruyor. hüseyin sarı'nın kendisini öldüreceğini anlamasına rağmen yalnızca "imdat" diyebiliyor. yahu:
la oğlum adam senin karınla çocuğunu tehdit etmiş la. hadi karını geç, öz çocuğunu tehdit etmiş. ben hüseyin'den o an "eeh başlarım lan senin triplerinden. kızım için sattım oğlum sizi. kızım için sadece sizi değil, dünyayı satarım ulan. cehennemde görüşürüz." demesini beklemiştim, ama olmadı *. eğer böyle söyleseydi "çocuklar konusunda hassas" olan bilal'in öfkesi kontrol altına alınabilirdi belki. bilmiyorum, belki senarist bize hüseyin'in ne kaypak ve yapış yapış bir karakter olduğunu anlatmak istemiştir.
bu birincisiydi. bu akşamki bölümde ise (7. bölüm), ömer ya da irfan için çalışan, kimsesi olmayan torununu tek başına büyüten eski hakimi evinden kaçırıp tehditle, zorlamayla ağzından laf almaya çalışıyorlar. adam torunum var deyince bilal "getirtme lan torununu buraya" gibilerinden bir laf ediyor. oysa aynı bilal'in sonraki sahnelerden birinde kaçakların çocukları için üzüldüğünü hissediyoruz (bir hissettirme çabası sezilmiyor değil). çocukları düşündükçe daha da öfkeleniyor, üzülüyor falan.
bu beni rahatsız eden ikinci detaydı.
açıkçası emekli hakimin "torunumun benden başka kimsesi yok" demesi dokundu bana sözlük. acaba bize gerçekten bir şey mi anlatmaya çalışıyorlar yoksa bunlar aralara serpiştirilmiş, zaman geçirmek ve seyirciyi bağlamak için yazılmış duygu sömürü sahneleri mi (ki kesinlikle kötü bir yöntem)? ne abicim bunlar? *
ayrıca hapishanedeki doğum günü partisi(!) hiç gerçekçi değildi. çocuklar bağırıyor çağırıyor, koridorlarda fink atıyorlar, etrafta ne bir gardiyan var ne başkası. saçmalık değil de ne şimdi bu? *
ve yine ayrıca birsen ahu'dan daha güzel bir kadındır*. keşke roller dağıtılırken ters dağıtılmış olsaydı*.
son olarak, şimdi burdan senaristlere soruyorum: ecevit elini, irfan'ın paralarına dokunduğunda mı kirletti, yoksa yaşlı bir adamı kimsesiz torununa veda mektubu yazmaya zorladığında mı? *
--- önceki bölümlerden birine atıf yapan 7. bölüm spoileri ---
zaman zaman, değişik şekillerde rahatsız eden dizidir.
Ecevit Oran
bu diziye çalıntı diyen arkadaşlar haybeye sallıyorlar. sleepers'in ana konusu alınmış evet onu da açık açık söyledi adamlar. sonrası bizim hikaye dediler.ayırca o filmin aynısı olsa ne yazar bu film değil ki dizi. ilk bölüm aynı olsun filmle e sonrası nerden çalıntı. ezele de böyle demişlerdi. izleyince keyif veriyor mu o önemli. yabancı bir diziyi aynen önümüze koymuyorlar ki.boş boş konuşun amk.dizi tam kıvamını almaya basladı, tam aha cözdüm simdi taslar yerine oturdu derken hoop bütün dengeler altüst oluyor.bugünde 6.bölüm ters köşeleriyle beni bilgisayarı fırlatma kıvamına getirmistir.belalı naim neden sana inanmak istiyorum be, ondan mıdır bilinmez 7.bölümde de bi ters köse yapıp naimi aklayabilirler diye düşünmüyor degilim, ha birde gurur senin olayın da ortaya çıkınca dizi tadından yenmez olur.ne var gazanfer nejat işler olsa, gurur da ecevitle iş birliği yapsa.çok şey mi istiyorum be sözlük?
6. bölümde avukat ecevit ve babasının boş evdeki hesaplaşma sahnesi çok filme ders olacak niteliktedir. kamera kullanımı, kadraj, ışık, diyalog her şey şahane duruyordu. sarı'nın oğlundan gizli iş çevirdiğine(hüseyin'i gizlice öldürmesi) tanık olan naim, sarı'nın üzerine gider ondan şantaj yoluyla yardım isterken kötü baba profilini itinayla sergiler ve onu elindeki kozu ile köşeye sıkıştırır, ve bu koz karşısında oğluna bir yalan daha söyleyip söylemiceğini sınar, sonra biner takoz'un adamının arabasına ve teslim olur, ancak yaşlı kurt naim eşşeğini sağlam kazığa bağlamış ve piyasadaki adamlarına gidilen yeri iz sürdürmüştür, eğer oğlu ve sarı organize bir şekilde kendini kurtarmaya gelmezse, kendi adamlarının kendisini kurtaracağı planı hazırda tutarak binmiştir arabaya.
ve en nihayetinde attığı zarf neticesinde sarı bir yalan daha kıvırıp baba oğulun arasını düzelten bir piyon olarak kullanılırken naim tarafından, ikinci kez oğluna yalan atan bir sarı gerçeğiyle de yüzleşilmiş olur.
akil durgunlugunu, vicdana set edilmis kor pencereyi, yalaka ve uyduruk bir cemberi kirmis bir dizidir.
ilk kez bir diziye dair bir seyler yaziyorum. yonetmenin, yapimcinin, senaristin, oyuncularin; yayinda ve yapimda emegi gecen herkesin yuregine saglik! suskunlar, cok cesur bir is!
yalan degil, ticari istir, ajitatiftir(ajiteyi yiyim!), cok uzundur; dogrudur, fakat bu dizide tam tesekkul "duvarlar konusmuyor anne!" diye bagiriyor ahmet abi, cok seye deger.
bir de su var... toplumun cogunun gormezden gelmeyi istahla tercih ettigi, haberini ortaya cikaranin ertesi hafta iceri atildigi, inkar edememeleri nedeniylei(!) tum sorumlularin alnindan pratikte de silinmeyecek bir leke olan, kurban cocuklar(pardon, tas atan rererororler-yaziklar olsun bu zihniyete de!-) in sorumlu mudurun suruldugu hapse nakledilmesiyle ustu ortulmeye calisilan pozanti'daki korkunc rezilliklerle ayni surecte yayimlanmaya basladi dizi.
gozumuze gozumuze girsin; kapanmis/kararmis kalbimizi delsin, kanatsin da oradan iyiye/dogruya/guzele dair bir bahar yesersin...
metro nedir
öncelikle bu bir dizi demek geliyor içimden bilmeyenler için, senaryosuna, çekim hatası ya da mantık hatası denilen şeylere bakıyorum da burada bu dizi için yazılan çizilen şeyler nedense zamanında bir lost ya da bir 24 için yazılmamış.
şehrin göbeğinde nükleer bomba etkisiz hale getirilir sıradan bir iş gibi (bkz: 24)
ya da abuk bir deniz fenerinden insanların yaşamları gözlenir, denizaltılar ile seyahatlere ( hafif astral vari ) çıkılır (bkz: lost)
sorun olmaz. neden?
çünkü yapanlar kafası her şeye çalışan elin oğlu'dur, gevur yapmıştır.
malüm türk dizi sektörü göz önüne alındığında bir 24 ya da bir lost ya da bir supernatural kalitesi beklemek hayal olabilir ama gerek kurgu ( senaryo ) gerek çekim açısı, ışık ve sahne olarak şimdiye kadar yapılmış en başarılı dizi denebilir suskunlar için.
senaryo çok iyi demiyorum bu noktada parantez açarak, senaryo iyi çünkü türk insanının damarlarına giden en kısa yol nerede ve nasıl bulunur? dersini iyi çalışmış senaristler. acılı bir çocukluk, fakir ve namusu için yaşayan insanlar, jack bauer ya da jack shephard vari bir avukat, biraz mafya, biraz polisiye. bundan iyisi şamda kayısı.
sözlüğü takip ettiğini düşündüğüm senarist ya da yazar ekibi için bir tavsiye, masa tenisi değil bu, baba bir şey der, irfan başka, sarı başka, bir sağa bir sola sonra tekrar sağa yatırmayın ya, baştan sona sağ gösterin sonra sol yapın ya da en son sol yapın ne bileyim ama 15 dakikada bir sağ sol sağ sol girişmeyin ambele oluyor insan...
saitgiller konusu bitince yapabileceğiniz şey kalmayacak. konsept değişecek ya hani, uzatmayın bu sonu, şerif yeni davalar alsın yeni davalara yelken açsın ama bu iş sakıza bağlamasın...
gece gece bana şoklardan şok beğendiren dizi. o da nasıl oluyor bilmiyorum ama durum o kadar vahim yani.
irfan'ın ezik karısı züleyha, yıllar öncesinde çılgın bediş'in güpgüzel zeynep'iymiş. yuh lan o nasıl bir çökmek, o nasıl bir yaşlanmaktır öyle.
eksi sozluk'te, sleepers isimli filmi, 24'u, lost'u, ezel'i ayni baslikta birlestiren diziydi, ben bir seyler eksik diye bakiniyordum, bulamamistim. buldum sonunda. cilgin bedis lan. cilgin bedis'ten bahsedilmezse olmazdi harbiden de, tam oldu simdi. bir rahatlama geldi ki sormayin gitsin...
gelelim 6. bolumdeki olaylar ve olaylara.
İ wanna dance
bu bölümü izleyip beğendim ancak buram buram ezel kokusu alıyorum bu diziden. cebrail'in ayaklarının görünmesi -ki bu da bana hep "temmuz"u hatırlatıyor- ters köşe yapmaya çalışmacalar, bir kerpeten ali sarısı, bir herkese güvenip boka saran ezel benzeri "bir tane avukat". saf eleman, ibrahim orjinal ve en doğalı içlerinde. "bir tane avukat"ın babası da ramiz dayı'dan kırma ama sanki biraz daha pis işlere bulaşmışı gibi, bir tutam kenan birkan'ın ezeldeki birinci sezon kötülüklerini yapacak bir havası var. off çok benzettim di mi? ama gerçekten benziyor bu dizi, benzete benzete izliyorum, seviyorum ama...
gelecekle ilgili tahminlerim; (spoiler yazam da bir arıza çıkmasın)
bu gurur da yetimhaneden eleman. önce bizimkileri sıkıştıracak, sonra ortak bir geçmişleri olduğunu öğrenecek ve bizimkilerin eksik olan polis kanadını oluşturacak.
cebrail bunların peşine düşecek, buralarda bayağı bir gerilim, aksiyon ve akıl oyunları olacak.
sarı'nın bugünkü yalanları bu grubu dağıtacak ama sonra yeniden birleştirecek. "onları intikam birleştirdi, sonra yalan ayırdı ama sonra intikam yeniden birleştirdi" olacak. ezel cümlesi gibi oldu laan... benzerlikler benzerlikler, herşeyin sonu ezel'e bağlanıyor oğlum...
sarı'nın yalanları yüzünden sarı kız, grubun incisi sarı'dan kopacak ve iki yaralı kalp olan sarı kız ve "bir tane avukat" sonunda kavuşacaklar. al sana bu da haklı neden. böyle neden mi olur allah aşkına?
tahminlerimde bunlardı, sonuç olarak senaristimiz pınar bulut'un bir intikam hikayesi serisi volume 2 tadında gittiği, gayet başarılı ancak eski dizisinin etkisini fazlaca hissettiğimiz dizisi. intikam hikayeleri ve akıl oyunları aynı mantık olur, kısır döngüdür bu derse boynumuz kıldan ince..
6. bolumuyle ters kose yapmistir evet.. ama belali naimle degil, bilalle ! olmadi aga, bunu ecevite yapmayacaktin.. sebep ne olursa olsun..
Suskunlar
belalı naim ile kafamızı bölüm boyunca karıştırmış dizi.
ulan sevelim mi sövelim mi karar verene kadar dizi bitti.
ama sonunu bağladık. bilal sikecekse biz söveriz evelallah.
he ne diyorduk, sonra yine mi çiçek'le aktı gitti yazılar. meral okay aklımıza hemen gelmesin de napsın güzel abicim. ee tabi benim sigara kalmış iki dudak arasında anlıcan duman kaçtı gözüme, yoksa ben akan yazılara ağlayacak insan değilim.murat yıldırım'ın karizmadan ölerek, muhteşem aksanıyla döktürdüğü dizidir.
irfan, mirfan, belalı dayı, çakma kabadayı bilal filan hepsi çok sönük avukat ecevit'in yanında.
berk hakman'ı da unutmamak lazım. arada bir cemalini gösterse kafi.
defalarca hassiktir dedirtmiştir. belalı naim, rengini belli edene kadar defalarca ters köşe yaptılar. ulan adam iyi mi kötü mü bir türlü anlayamadık.
bu bölümde kafama takılan bir yer oldu. irfan gidip hüseyin'i tehdit etti. mahkemede böyle böyle diyeceksin diye. sonra irfan ecevit'ten hesap sorarken, ecevit "benim sayemde beraat ettiniz, hüseyin'i ben çıkardım mahkemeye" falan gibisinden konuştu. e iyi de bu irfan niye demedi ki "ulan ben tehdit ettim de öyle konuştu hüseyin" diye. orada bir hata vardı sanırım. kafama çok takıldı.
hakkında naçizane değerlendirmelerim olan dizi.
bir kere, yaklaşık on yıldır salim kafayla dizi izlerim, şu ana kadar türk televizyonlarında gördüğüm en aklı başında, en çok emek kokan, prodüksiyonu en sağlam dizi suskunlar. karmaşık hikayesine ve yoğun dramatik atmosferine rağmen, aksiyonu bol, sürükleyici bir dizi çekmeyi başarıyorlar. bugün izlediğimiz 6. bölüm itibariyle orijinal bir iş çıkartmak peşinde olduklarını, yani dümdüz hikaye anlatıp milleti ağlama krizine sokmaktansa, küçük oyunlarla, karakterler arası çekişmelerle, çatışmalarla, kırılma anlarıyla temponun her daim yüksek olacağı bir dizi planladıklarını gösterdiler. bunun için de kedi fare kovalamacaları filan güzel oluyor ama dizinin zaman zaman kendi içinde mantık hataları barındırdığı da bir gerçek:
19 Nisan 2012 Perşembe
Kuşadası Demirdöküm Servisi
başarıyla hukuk fakültesini bitirip, adliye koridorlarında dolaşmaktan zevk aldığımı söylerken,
"dünyaya 100 kere gelsem 100 kere hukukçu olurum, asla başka da bişi yapmam" derken yalan söylüyorum.
ben, dün;
feysbukta öğretmen arkadaşımın yazdığı "tayinim istanbula çıktııııı" iletisinden sonra,
"öğlen 1de çıkıp, eve gidiceeek böhüüüüüüüüü" diye hıçkırarak ağladım. o kdar ağladım ki gözlerim şişti.
sanırım hata yaptım.
sanırım galatasaray iletişim'i kazandığım halde gitmeyerek hataların en büyüğünü yaptım ve sanırım iş işten geçti.
Kuşadası Demirdöküm Servisi
müddeabihin ne anlama geldiği hiç bilmemek isterdim.
çok mutsuzum ve her yerimde kitleler buluyorum.
sanırım erkenden ölüp, çiçek olucam..yıllar boyunca babama kendi isteklerimi söyleyemeyecek kadar pısırık ve korkaktım. sonra mı? bir gün patladım tabii ve bu iki ay sürdü. dışarıya bir şey belli etmeden kendi kendini yeme hastası diye bir şey var ise, işte bendim o. sessiz ve derinden.
şimdi tepkilerini zamanında ortaya koyabilen bir insanım. ne erken ne de geç. herkese tavsiye ederim. kendi istekleriniz doğrultusunda kendi hayatınızı yaşayın.
Kuşadası Vestel Servisi
tam 23 senedir, bulutların dünya döndüğü için hareket ettiğini sanıyordum.
bi gün hıyarın biri çıktı, "bulutlar, rüzgar yüzünden hareket ediyor şapşi" dedi ve dünyamı yıktı.
başta inanamadım, hemen internetten araştırdım; doğruymuş.
şimdi ben,
cesur bi bilimadamının çıkıp, "meğer bulutlar, dünya döndüğü için hareket ediyormuş" diye açıklama yapma ihtimalini seviyorum.
hatta sabırla bekliyorum.kız kardeşim yırtık jeanler giydiğinde sadece bacağının yırtıktan görünecek yerlerini tıraş ediyor, babam da gençken gömleğinin sadece ceketten görünen yerlerini ütülermiş. böyle bir aileden benim gibi bir obsesif nasıl çıktı bilmiyorum.
daha fazla dayanamıyorum. söylemek istiyorum:
Kuşadası Vestel Servisi
bu ülkede haksızların haklılardan daha haklı gösterilmesine dayanamıyorum.
cumhurbaşkanı gül'ün ve yök denen o kurumun başındaki bıyıklı herifin rektör seçimlerinde yaptığı hukuksuzluklara dayanamıyorum.
başbakanın her şeye rağmen iyimser tablolar çizip halkı kandırmasına dayanamıyorum.
onca millet işsiz gezerken milletvekillerinin pahalı jiplere binip çocuklarını kamuda iş sahibi yapmasına dayanamıyorum.
halkın mecliste temsil edilememesine dayanamıyorum.
içine ettiğimin ülkesinde çalışan onca insandan eşşek yüküyle vergi alınmasına dayanamıyorum.
sözlükteki okumuş etmiş kesimin bu iktidar dönemindeki yanlışları görüpte içinden geçenleri adam gibi çıkıp yazamamasına dayanamıyorum.
trt'nin akparti yandaşı gazetecileri kadrosuna katmasına dayanamıyorum.
bakanlardan ve milletvekillerinden nefret ediyorum. hepsi kendi ceplerini doldurma ve yakınlarını zengin etme derdinde. birkaç isim hariç hepsi paranın peşindeler.
bu ülkede haklı olmanın bir çözüm olmayacağını bilmek acı veriyor.
bu ülke bunları hak etmiyor.
böyle düzenin içine edeyim.
Kuşadası Siemens Servisi
"hakan altun'un yaptığı şarkılara anlam veremiyorum."
2 gün önce bir bayan arkadaşla birlikte güzellik merkezine gittik. kendisinin işi varmış, "sahipsiz sanmasınlar" diye sen de gelir misin diye rica etti, kıramadım gittim. [şimdi düşününce.. kız resmen kullanmış beni lan! vay arkadaş ya]
neyse işte gittik oturdum ben. arkadaş içeri geçti, konuşuyorlar ediyolar falan. ben ise orda bulunuş amacımı sorguluyorum. ama arkadaş için çiğ tavuk bile yenirmiş ya. çiğ tavuğu ye, ama erkeksen güzellik merkezine çok yakın bir arkadaşın için bile gitme arkadaş! bu da bensen sana tavsiye olsun adamım.
Kuşadası Siemens Servisi
merkezde çalışan kızlardan biri geldi, "hoşgeldiniz beyefendi, bişey alır mıydınız?" dedi. kahve rica ettim, karşıda da kral tv açık. açık ama, ortada kumanda filan yok. resmen maruz kalıyorum kral tv'ye. böyle bi' işkence yok arkadaş.
tam o esnada hakan altun çıktı ekrana. iki kilo sakal bırakmış eleman. klibin başında da "hakan altun kayıp" gibi bişey yazıyordu. ekrandan gözlerimi kaçırıp bambaşka şeyler düşünmeye çalışsam da şarkı şöyle bir şeydi sanırım:
bana cennette bir yer verseler,
cehennemde seninle yanmak
ilk ve son tercihimdir [tamamen sallıyor da olabilirim]
sonra düşündüm. bir insan nasıl böyle bir müzik yapar ? yıllar sonra bunu torunlarına nasıl açıklarsın abi, anlayamıyorum ben.
eve gelince toksik etkiyi üzerimden atmak için yaklaşık 45 dakika klasik müzik dinledim. [entel insan pozu takınmış, fularlı abi söylemi gibi oldu]
bitsinmi
7 senelik başbakan ama müthiş mağdur. bugün gene mağdur edebiyatının kralını yazıyordu. toplamış osmaniye halkını.
bizim toplumumuzda kadınların üzerinden siyaset yapmak var mı? diyor sitemkar sitemkar topu halka atıyor, halk da yırtınırcasına yoookkkk diyor.
bizim toplumumuzda bir insanın eşine hakaret etmek var mı diyor, halk gene yırtına yırtına yookkk diyor..
yahu koskoca ülkenin başbakanı bunlarla uğraşıyor ne diyeceğimi bilemiyorum. 7 senede nasıl zengin olduğun ortada, 7 senede nerdeyse medyanın yarısından fazlasını besleme yaptın, 7 senedir yediğin önünde yemediğin arkanda, ve 7 sene önceki gibi hala ucuz siyasi malzemeler. hala halkın saflığından istifade. hala halka "bel altı vuruyorlar bize" edebiyatı ile yalanlar atarak siyaset yapmak. hele halkın o yokkkk deyişleri yok mu orada acıdım ülkenin şu siyasi konjonkturune. çıkmış ülkenin en tuzu kuru adamı halka yokkkk diye duygusal duygusal cevaplar çektiriyor.
iyi de kim kime bel altı vuruyor?
çıktı 3 sene sonra damdan düşer gibi eşim türbanı ile gata'ya alınmadı dedi, eşini getirdi siyasi malzeme olarak kendi bi anda gündeme attı. bunlar gündemden saklandı dedi. halbuki milliyet gazetesi 27 kasım 2007 tarihinde ilk sayfada haber bile yapmıştı.
ancak başbakan sanki daha önce hiç duyulmamış gibi önce basına servis etti. ondan sonra osman durmuş çıkıp çok da haklı bir şekilde laf sokunca, eşime laf edemezsiniz şudur budur diye başladı mağduriyetten beslenmeye.
yeter rte yeter, kimsenin eşine laf ettiği yok. getirdin gündeme sanki yeni bi şeymiş, hiç duyulmamış gibi birden atma gereği duydun.
ondan sonra osman durmuş laf sokunca hemen mağduriyet fırsatı yarattın.
iyi de soruyorum; 7 senelik koca başbakanın mağduru oynamaktan başka bir liderlik vasfı yok mu?
nasıl bir fırsat kollamak bu? nasıl bir gizli haz ki bu, biri ezsin de mağduru oynayım diye fırsat beklemek?
her şey emrinde, ama hep mağdur.
öyle ki mağdur olmak için daha önceden gündeme düşmüş şeyleri bile yeniden servis eder oldu.
yeni modası mhp'ye saldırmak.
osmaniye'de tam bir mhp kalesi olunca, mağdurizm şovunu abartmış hepten.
üzülüyorum ya. o mitinge giden o halkın sömürülmeye açık duygularına üzülüyorum. ciddi ciddi yırtınarak yokkkk diye bağırıyor meydanlarda insanlar.
olayın iç yüzünü bile bilmiyorlar. belki de mhp'ten akp'ye döndüler bu olayın sonucunda.
o kadar kolay bir duygu dünyaları var ki, tayyip'in "bizim toplumumuzda kadınların üzerinden siyaset yapmak var mı?" sözüne yürekten yokkkk diye bağırmaları bile ölesiye tayyip fanatizminin yüreklere yerleştiğini gösteriyor.
bu ülke bu küçük emrah edebiyatından kurtulmadığı sürece, halklar da mitinglerde koyun gibi şakşakçılık ve destekçilik yapmayı bırakmadığı sürece rte ve muadilleri daha çok peygamber ilan edilme eşiğine kadar gelir.
Benki hayata zor yeiştim
tekel işçilerinden kaç tanesinin hesabına yatan tazminatı kullandığını nereden bildiğini merak ettiğim başbakan.
sadece şu kadar işçinin tazminatını yatırdık diyebilmeli, bu kadarını bilebilmeliydi. 6000 küsur işçinin bankadaki parasını kullanıp kullanmadığını hangi sıfatla ve hangi yetkiyle öğrenebilmektedir? bu banka hangi hesaptan ne işlem yapıldığı bilgisini istesek bize de verecek midir?
şu sivil diktatörlük meselesiyle ilgili bir husus hep atlanıyor. bugün recep tayyip erdoğan'ı sivil dikta rejimine meyleden bir otokrat olarak görenlerin büyük kısmı, başta cumhuriyetçi ve devletçi entelektüeller, siyasetçiler, doğan medya'nın "demokrasiyi hatırlamış" yazarları olmak üzere, başbakanı sanki mevcut bir demokrasiyi çeşitli araçlarla tek-parti/tek-adam diktasına götürme yönünde çalıştığını vurgulayıp duruyorlar. erdoğan'ın otokrat eğilimlerinin olduğu ortadadır ama bu durum, sözünü ettiğim cenahın fikrini temize çıkarmıyor tam anlamıyla: tayyip erdoğan halihazırda sözümona varolan demokrasiyi sivil diktatörlüğe taşımıyor, zaten mevcut olan otokratik yapının bekçilerini tasfiye suretiyle kendi otokrasisini kuruyor. zira tasfiye süreciyle birlikte ister istemez mevcut yapının mühim mevzilerinde kadro boşlukları doğdu; tayyip erdoğan ve akp'nin yaptığı şey bu boşluğu doldurmaktan başka bir şey değil.
dolayısıyla, bugün demokrasiyi hatırlamış yazarların sivil diktatörlük uyarılarını dinlerken, aklımıza tayyip erdoğan öncesindeki otokratik yapının nasıl da olumlandığına dair üretilmiş kanaatler geliyor, bu kanaatlerin sahibi olan organik aydınlar geliyor. gülüyoruz. gülüyoruz, çünkü belki bu sayede bu adamlar biraz akıllanırlar da mevcut yapıya kimin hakim olduğuna değil, yapının bizatihi kendisine bakarak bir demokrasi anlayışı geliştirirler. o yapı, vesayet rejimiyle dolarken iyiydi de, şimdi akp kadrolarıyla dolarken mi fena oldu?
bu ülkenin yönetim sisteminin, başındaki kişiye özgü olduğunu her konuda istediği gibi at koşturmasından görebildiğimiz, sadece kendisine ve akp erkanına çalışan bir düzen kurmuş ve bunu bozmak isteyen herkese karşı açtığı "kişisel" savaşlarında da makamının tüm olanaklarını sonuna kadar kullanmaya acayip hevesli olan, güce bağımlı, güce aşık bir adam. kendini padişah olarak görüyor mu bilmem; ama bu ülkeyi dingonun ahırı olarak gördüğü kesin.
Zara MAn
dünkü meclis kavgasında söylediği sözlerle beni içten içe yusuf yusuf moduna sokan insandır. dün malum kavgada mhp'li osman durmuş "siz peygamber olarak kabul edilen bir başbakan'ın eşini nasıl içeri almazsınız. sizi gidi beyaz yakalılar sizi" sözleriyle tüm akplilerin ve en çok da rte'nin tepkisini çekmiş ve bu bilgileri uzun zaman öncesinde internet sitelerinde bulunan ses kayıtlarından edindiğini de kaynakçasında belirtmişti. bunun üzerine rte:"internet sitelerinde nelerin dolaştığını, ne tür belden aşağı vurmaların olduğunu çok iyi biliyoruz." diye ekledi.
şimdi tüm bunlara bakıp ee ne var bunda, meclis her zamanki saçma sapan kavgalarından birini yaşamış neden korkuyorsun diye soranlara cevabımı vermek istiyorum. malum erdoğan kendisinin ve partisinin süper demokrat olduğunu hep vurguladığı halde, kendisinin hükümeti hala youtube ile uzlaşmamak için ayak diretir. şimdi bu ne perhiz bu ne lahana turşusu değil mi? yani hoşlarına gitmeyen ve işlerine gelmeyen şeylerde, söz konusu hükümet ya susturmayı seçiyor, ya da kapatmayı. ister misiniz bir de rte kendisiyle ilgili başlıkları ve yazılanları görüp, en ufak şeyden nem kapan kişiliğiyle, bunları bahane olarak gösterip, ekşi sözlük'ün de yayın hayatına son vermeye kalkışsın? yapmama olasılığı da yok değil hani. işte bu yüzden, ntv'nin sevilen spikeri banu güven gibi biz de buradan tatlı tatlı konuşalım akp ile ilgili, sonra zaten gün gelir iktidardan gider bunlar. bu dünya sultan süleyman'a kalmadı zira onlara mı kalacak? gittikleri zaman ise yine banu güven gibi kaşlarımızı çata çata, gözlerimizden ateşleri püskürte püskürte hesap soralım.
edit: banu güven'i severim. ama ne yaparsın ki kendince mesleğinin daha doğrusu bağlı olarak çalıştığı şirketin ahlakını uyguluyor.
sakarya*'da huzur buluyormuş. bu yüzden sakarya'nın birçok yerini " sakarya'da huzur buluyorum" sözlü afişleri ile süslemişler. afişin sonunda eliyle selam eden bir fotografını koymuşlar ki sanarsın amcam sakarya'yı düşman işgalinden kurtardı. o derece yani.
akp il teşkilat başkanlarından başbakanın bundan sonraki duraklarında asılmak üzere daha yaratıcı, daha beyni zorlayan afişler bekliyorum. "bolu'da karnımı doyuruyorum", " gaziantep kebaplarına bayılıyorum", " izmir'in kızlarına bakınca öhömm" gibi.
şimdi sakarya demişken tayyip erdoğan'ın huzur buldugu şehire bir bakalım. cnbc-e'nin iki yıldır yayınladıgı türkiye'nin en yaşanılır şehirleri araştırma sonuçlarını da "neye göre, kime göreciler" için baz alalım. 2008 yılında 44, 2009 yılında 58. sırada yer alan bir sakarya var elimizde. yani öyle huzur bulunacak bir şehir değil. benim 2 yıldır sakarya'da gördüklerim de bu araştırmadan farksız. neresinde huzur bulmuş ben anlamadım!
durmak yok..
Adil kullanım kotası
algı sorunları yaşıyor olmalı. 2 sene önce kendisine ''peygamber gibi'' diyen adamı bugün ihraç edin diyor, 3 sene önceki gata mevzusunu dün ortaya servis ediyor.
tabi seçimlerin yaklaşması tamamen ilahi tesadüf. canım benim.tekel işçilerini "boş ambar bekleyip 3bin lira almak istiyorlar" deyu eleştiriyor. 12bin lira alıp da aynı şeyi yapan adamların arasında demeseydi bari.
kendisine peygamber yakıştırması yapan bir akplidir. bakanlarıyla beraber laf çarpıtıp peygambere hakaret edildi özür dilensine getirmiştir olayı.ayakta alkışlıyorum kendisini.
sokak ağızı ile konuşarak resmiyetten uzakta bir tavır sergileyen, bunu samimiyet(!) olarak gören, gelene geçene posta koyaraktan insanları korkutmaya çalışan -toplumlar korku ile yönetilir düsturundan yola çıkarak bunları yapmaktadır-, cahil insanların korktuğu, okumuş insanlarınsa dalga geçtiği bir garip başbakan.
peygamberlik zincirini kaçırmış olabilir, ama fanboyları umudu kesmesin, bakarsınız önümüzdeki günlerde meclis kürsüsünde torsosunun genişliğinden, sırtının kalp hizasındaki geniş benden falan bahsetmeye başlayıp beklenen mesajı verir. yeşil ışığı yaktı dün, acar delikanlı.
bence çalışmalarında biraz daha dikkatli olursa başarılı olur bu güzide siyasetçimiz . duyduğuma göre ikinciliğe yerleşmiş. birinciyi geçenin birinci olduğunu düşünürsek kendisinin şanslı olduğunu söyleyebiliriz. ha gayret.
bir insan 7 yıldır başbakan olduğu, iktidar olduğu, hükümet ettiği bir ülkede nasıl hala oradan buradan şiirler okuyup, ben şurayı bitirdim, üniversiteye alınmadım, karımı buraya almadılar ühü ühü diye kendini acındırmaya çalışır, sonra da hakkını almak için direnen, sokaklara dökülen işçilere ajitasyon yapıyorsunuz der anlamıyorum ben. bu adamı anlamıyorum. anlamıyorum. kim yapıyor şimdi burada ajitasyonu.
edit: buradaki derdim imam hatiplilerin katsayı sorunu ya da türban değildir. bunların kullanılma biçimidir.
yaprak dökümü
bilecik yolunu açarkenki konuşmasında şunları demişti
dün elmadağ viyadüklerinin açılışını yaptık. sadece 5 kanal bunu verdi niye? iktidara nasıl zarar verecekler dertleri bu ama veremeyeceksiniz 3-5 fotoğraf karesiyle bu işi çözemezsiniz. millete izletin bir hayra eliniz dokunsun bunları da göster niye? dert başka!
gelin kendimize itiraf edelim, bu sözler diktatörlük değil de nedir?
önemli gelişmeler yerine başka haberlerle gündemi örtme de vardı tabikendisini iyice kaybetme yolunda ilerlemekte olan akp genel başkanı. "demokratik davranışımızı, bu ay sonuna kadar sürdüreceğiz" demesi bunun en güzel göstergesidir sanırım. ee, ay sonundan sonra ne yapacaksın derler adama. filistin askısı?
tekel işçileriyle ilgili konuşurken fena bir pot kırmıştır. "türkiyede o maaşa çalışacak milyonlarca isşiz var". pek önemli değil gibi gözükebilir ama bu iktidarın gerçekleri örtbas etme ve olayları çarpıtark gündem değiştirme taktikleri gözönünde bulundurulduğunda kendileri açısından kesinlikle dile getirmemesi gereken birşeyi dile getirmiştir. allah tayyipe bunlarıdamı söyletecekti.yakın zamanda john steinback'in gazap üzümleri romanını okuduğunu zannediyorum.
zira tekel işçilerine karşı verdiği bir demeçte "bu maaşa çalışacak çok işçi var" buyurmuş.
işte bu kapitalizmin en vahşi tarafıdır. insanlardan oluşan ama insan olmayan bir sistemin en vahşi yönüdür. ne demek bu maaşa çalışacak çok işçi var demek. yani hakedene hakettiği maaş yerine, işi aç olduğu dolayısıyla kabul etmek zorunda kalan işçiye ucundan biraz para vermek mi? bu mu lan adalet? bu mu insanlık?
gazap üzümleri demişken, o kitapta topraklarından sürülen ve karın tokluğuna çalışmak zorunda kalan insanları anlatıyor.parti grup toplantısında, muhalefet kanadından gelen eleştiriler ardından "bu ülke yol geçen hanı değil" buyurmuş türkiye cumhuriyeti başbakanı.
bu ülkenin geleceğini ellerine teslim edeceğimiz gencecik, pırıl pırıl öğretmenleri atanmama derdi yüzünden üniversite sonrası, bir umut kpss'ye bel bağlamış, elinde avucunda ne varsa dershanelere döküyor.
bu ülkenin eczacıları, göz göre göre kepengi kapatıp, tası tarağı toplayıp, ne hali varsa görmeye zorlanıyor. bu süreçte senelerdir halkı söğüşleyen ilaç firmaları değil de, eczacıların ta kendisiymiş gibi gösterilerek hem de.
bu ülkenin doktorları; ister çözümsüzlükten, ister yetersiz gelir nedeniyle, ister sadece aç gözlülükten olsun, nedeni zerre umurumda değil; zaten ssk mı, bağ-kur mu, sgk mı derken başı dönmüş hastalara bir de özel muayenehane faturası kilitleme peşinde. "bir doktora kaç hasta, bir imama ne kadar cemaat düşer bu memlekette?" geyiğine hiç girmeyeceğim, anlatmak istediklerim çok başka şeyler.
bu ülkenin ekonomisi acı acı güldürüyor ağlanacak haline. her yükselişi gözümüze sokulan borsada aslan payı yabancı sermayenin cebine girmiş kimin umrunda? bu ülkenin bankaları... diyeceğim de, kaç tane banka kaldı gerçekten bu ülkeye ait? işçi sınıfı kan kusarken sırtını ya kan bağı ya da hatır gönül ilişkisiyle iktidara dayamış zümre servetine servet katmakta; vur dibine rahvan gitsin.
Nergis - Toygar Işıklı
"bizi tekel işçileri iktidara getirmedi, millet getirdi." dedikten sonra kafasındaki millet tanımını cidden merak etmeye başladım. kimdir akp'yi iktidara getiren millet? sadece belirli bir meslek grubunu mu kapsar, ya da bir sınıfı mı? eğer bir sınıfı kapsıyorsa, tekel işçilerinin de dahil olduğu alt sınıf akp'ye en çok oy veren sınıf; eğer bir meslek grubunu kapsıyorsa işçiler akp'ye en çok oy veren meslek grubu değil mi? yoksa akp'yi iktidara getiren millet, sadece akp üyelerinden mi oluşuyor? tekel işçileri yattığı yerden para kazanmaya çalışıyor, işsizler uyuşuk olduğu için iş bulamıyor, kredi kartı borcu olan milyonlar ahlaksız. akp'ye oy verirlerse millet, vermeyecekleri belli olduğunda "bizi onlar iktidar yapmadı". e kim yaptı o zaman? bir dahaki seçimde artık uzaydan gelip oy verir sana "millet"in.
146 yıllık tekel'i bat'a satıp; bir sürü insanı işinden eden hükümetin başbakanı.
20 bin ila 80 bin arasında tazminat dağıtıldı neyin davasını görüyorsunuz hala diyor, onlarca simit alabilirsiniz paranız var artık ağlamayın diyor. olay bu kadar kolaymış ona göre. işçini mağdur et, tazminatını verdiğini, hiçbir şekilde sesini çıkarmaması gerektiğini söyle.
bir adama tokat atıp, adam yanağı acıdığı için eliyle yüzünü tuttuğunda saçlarını okşayıp ''saçını okşadım ama, dramatize etme'' demekle aynı bu tavır. bu hasta tavrı ben değil, sıradan bir vatandaş değil bir başbakan kullanıyor; bunu düşünmek daha da acı.
yazdığım yazı "bir yerimize girebilir" gerekçesiyle, moderatör tarafından, silinmiş.
ben de bir yerinize girmeyecek şekilde köşelerinden traş ederek tekrardan yazıyorum;
-bir zamanlar grev sözcüsü olan şahsın, başbakan olduktan sonra grev yapanları "tu kaka" yapma durumunu gerçek kılandır.
-bir zamanlar "demokrasi bizim için tramvay gibidir.istediğimiz durağa gelince ineriz." diyen şahsın, başbakan olduktan sonra bir anda (bkz: demokrasi nağraları) atan şahsiyet olmasıdır.
-bir zamanlar "dokunalmazlığı kaldıracağız..." diyen şahsın, başbakan olduktan sonra misler gibi dokunulamamasıdır.
-bir zamanlar şeyhinin dizinin dibinden ayrılmayan şahsın, başbakan olduktan sonra cemaatini ihya etmesinin adıdır.
-bir zamanlar hiçken,
sadece bir parti başkanı olarak beyaz saraya davet edilen ilk kişi olmayı,
büyük ortadoğu ve afrika projesinin eş başkanı olmayı,
tcnin başbakanı olmayı,
şu cahil milletin beynini pek güzel yıkamayı becerebilmiş şahsiyettir.
daha bir çok şey sayılabilir ancak olumlu olarak söyleyebileceğim tek şey; bu kadar cahil insanı, dinle veya başka bir şekilde hiç farketmez, avcunun içine alıp büyük bir otorite kurabilmiş olmasıdır.
bu millette kraldan çok kralcıların ne kadar çok olduğunu ortaya çıkartmış ve bunu amelleri uğruna kullanmayı çok iyi bilmiştir.
çok da düzeltilebilecek bir yer bulamadım ama? tam olarak neresi bir yere kaçıyor ki? küfür de yok yani burada...
18 Nisan 2012 Çarşamba
Kuşadası Beko Servisi
her zamanki gibi seçme (!) gazetecilerin, seçme sorularına cevap veren, asla ve katha kendisine muhalif ve/veya gerçek gazetecilikten haberdar bir ekibin karşısına çıkamayacak kağıttan kaplan. ekrem dumanlı ve mehmet barlas soruyor padişahımız yanıtlıyor. vaauww, ne orjinal...
Kuşadası Beko Servisi
bu işin çanakcısı da idare-i maslahatçılığın kralı ali kırcaşu ana kadar tek soru sorulmuş, onu da programın ev sahibi ali kırca'nın sorduğu; gazetecilere değil, ali kırca'ya bakarak konuşan ayrıcana saçlarının boyasını fazla kaçırmışlar kızıla dönmüş demek istediğim başbakandır. hangi gazetecilerin soruları, hangi sorular secdeci zihniyet..?
Kuşadası Arçelik Servisi
haberin aslında sadece yeğeninin 50 kg esrarla yakalandığı üzerine olması gerekirken,
habere bir de "gerekeği neyse yapın" lafının da eklenmesi üzerine polemiğe neden olmuş t.c başbakanı.
evet başbakanın yeğeninin 50 kg esrarla yakalanması bir haberdir fakat "gereği neyse yapın" lafı bir haber sayılmaz
çünkü bu ne övülecek ne de eleştirilecek bir cümledir. nötrdür kısaca.
Kuşadası Arçelik Servisi
yeğeni 50 kilo esrarla yakalanınca "mesele esrarla yakalanmak değil, mesele yeğen, nedir mesele? mesele gereğini yapmaktır, mesele yeğen" demiş mi dememiş mi bilemedim yeğenim..
duman dusmani basbakan olmasiyla bilinen zat- i muhterem. sigara tum ulkede, kapali alanlarda yasak, neredeyse evde sigara icenlere bile ceza gelecek. yegen torbacilara mal satiyor filan. bir acayip. canim benim. e insanin yegenini secme sansi yok tabi.
Çeşme Bosch Servisi
yeğeni kanunsuz bir iş yaparken yakayı ele vermiştir. haliyle bu olay da haber olmuştur.
ancak bu haberin veriliş tarzında ve şayet yazılanlar doğruysa polisin olaya yaklaşımına ilişkin bazı yanlışlar vardır. polisten başlarsak, polisin görevi bellidir; sanıkları adalete teslim etmek. polis bu görevi ifa ederken adam kayırmada bulunamaz ya da kişiye özel muamele yapamaz; haberdeki gibi bir durum söz konusuyla burada iki ihtimal mevcuttur; ya yalakalık sınırlarını zorlayan bir memur veya sürülme korkusu yaşayan bir memur. her iki durumda da durum vahimdir; her iki durum da geri kalmış ülke memuruna has bir ahvaldir. böyle memurları olan bir ülkenin başbakanının da bir isveç veya almanya başbakanı gibi olması beklenemez.
Çeşme Bosch Servisi
ikinci yanlış haberin veriliş tarzında. haber verilirken başbakan "gereğini yapın" dedi gibi gereksiz bir ayrıntı vermenin neye hizmet etmek amacıyla verildiği açıktır. başbakanın bu cevabından etkilenecek maalesef çok insan vardır bu ülkede. yanı haberde gizli bir akp propagandası vardır aslında. bundan dolayı da aydın doğan medyasını bir kez daha takdir eder ertuğrul özkök e selam ederim.
Nerdeysen sen
askerdeyken tuvaletin içine fırçayı düşürdüm. sadece sapı elimde kaldı.
hatta "ulan adamın biri tuvalete fırça düşürmüş,yuh"..şeklinde bir konuşmanın teğetinden geçtim, oralı olmadım, şaşkınlık gösterdim..
sabahları telefonumda iyi geceler, günaydın gibi mesajlarla uyanınca kendimi prensesler gibi hissediyorum..
içim böyle kıpır kıpır oluyor, yatağımda oturup telefonun ekranına bakıp duruyorum..
üstelik yollayan sevgilim olmadığı halde..
küçükken sokakta parasına misket oynarken şoparlar da gelirdi bizlen oynamaya ama ben oyundan çıkardım. canım istemiyor diye. işin aslı öyle değil tabi. çünkü yenildikleri zaman para vermiyorlardı. her seferinde çamura yatarlardı. bizim saf arkadaşlarda oynamaya devam ederlerdi. geçenlerde birisini gördüm mahallede gasptan içeri girip çıkmış.
dışarı çıkmak için yanıp tutuşuyorum ama tek başıma çıkmaktan nefret ediyorum.
evinin önünden alıp, evinin önüne bırakıcağım ve herşeyi benim çekiceğim bi akşam gezmesine bile kimseyi bulamadım. zaten hepi topu 3-5 tane vakit geçirdiğin insan vardı. sanırım artık onlar da yok.
şu an bizim belgarath'ın laptop'ı bendeyken yedeklediğim galatasaray taraftar albümünü dinliyorum. bu bitince de beşiktaş'ınkini açıyorum. :)
26 yaşındayım iyi bir firmada çalışıyorum ama hala "büyüyünce ne olacaksın" deseniz verebileceğim bir cevabım yok...öyle rüzgar yelken gidiyor falan..zaten kaç sene daha kaldı ki..
çok değil iki üç sene öncesine kadar yazdığım şeyler zırva, ucuz ve sıradan geliyor artık. sevemiyorum bir türlü. tamam gençtim ama bu kadar mı salaktım. hayattan bunu mu anlamıştım, bir ben mi anlamıştım. sanki öyleydi o zamanlar. yaşlandım ve daha acımasızım. kendime haksızlık mı ediyorum? sanmam.
Ağlarsam Düşerim
küçükken annemle babamın birbirini çok sevmesine sinir olurdum. beni hep daha az sevdiklerini düşünürdüm. hatta onlar küsünce sevinirdim artık benimle daha çok ilgilenicekler diye. hemen "şımarık. kesin tek çocuktur." diyceksiniz dimi? aslında... iyi tamam öyleyim.
bu işin itiraf kısmıydı. şimdiyse bakıyorum da;
hala el ele yürüyolar ve birbirlerini bu kadar çok seviyolar ya, öyle hoşuma gidiyo ki...zaman: 3 hafta öncesi falan.
amfinin penceresine oturmuşum, çayımı da almışım. eminim ki, "aah ah, hüzünlü ve yakışıklı çocuk," diye bakıp iç geçiriyorlar. bense, "lan şu ağacın üstüne atlasam ölür müyüm acaba, kurtulurum lan belki. lan 90 kiloyu hangi dal taşısın, kıçın kırılır," diye derin, seviyeli bir sohbete dalmışım kendimle.
üzgünüm kızlar.zaten entry yazmaya üşeniyorum yazdıklarımda zamanın ötesine gönderilince acaip moralim bozuluyor,sinirleniyorum ve hiç yazmak istemiyorum.ha birde sezen aksu ve ajda pekkan'ı dinlemeyi hiç sevmedim sev(e)miyorum.
yalniz yasayacagim yeni evimin mutfaginda minik saksilar icinde yetistirecegim maydonozlari dusundukce icim kendine hello kitty baskili don almis ergen gibi kipir kipir oluyor.
"lan oglum, madem bilgisayarlarla, teknolojiyle bu kadar ilgilisin, bu kadar iyi anliyorsun, neden bilgisayar muyendisligi yazmadin?" diyenlere "aga ben oss'de bi tane matematik yaptim, o da yanlis cikti" diye yalan atiyorum hep. aslinda 3 tane yapmistim, ve bir tanesi her nasilsa dogru cikmisti. en buyuk kisisel gizemimdir bu benim. harbi nasil oldu lan o bi tane dogru? kesin kaydirmisimdir, yoksa nerdee..
ilk defa tanımadığım bir insanın nick altına entry yazdım, sonra kek gibi "ne diye yazdım ki" diye pişman oldum, o da benimkine yazmayınca gittim entrymi sildim.
Kenan Doğulu
doğumgününde iki birayla ehliyetini 6 ay kaptıran bana bir alkış istiyorum..bu yıl çok güzel olacak belli..
2 birayla 0,50 yasal sınır aşılır mı allasen editi: ikisini de extra içerseniz aşılır..he ona rağmen polis görmeyebilir..siz ısrarla "lütfen ehliyetim alın"dercesine ters yöne girerseniz,adamlar önce kıllanır sonra üfletir..bu arada bi yerinize sıkışan 548 tl'yi de mengeneyle çıkarırlar..
ortaokul yıllarımda birkaç ay dansa, birkaç ay da kung fuya gitmişliğim var.
ama o yıllarda ikisini de kimseye söylemiyordum, resmen u-ta-nı-yor-dum. çünkü bir insan bu kadar yeteneksiz olamaz! olmamalı!
tai chi chuan yumuşaklığında kung-fu yapmaya çalışmamdan daha kötüsü o kadar dans dersinden sonra eğitimsiz normal bir insan düzeyinde dans edebilecek kadar odunluğumdan kurtulabilmiş olmamın verdiği dehşet olsa gerek
askere gitmeden önce o kadar çok "ben askerlik anısı anlatmam, ne o öyle, iğrenç bir şey bence" tadında ahkam kestim, bununla karizma yapmaya çalıştım ki; şu an kimseye askerlik anısı anlatamıyorum. işin kötüsü her ortamda deli gibi anlatmak istiyorum aslında gülünç şeyleri.
demek ki; genlerimizde var hayat boyu askerlik anısı anlatma isteği.
kıssadan hisse; siz benim gibi büyük konuşmayın.
abi bizde çorumlu uzman vardı...*
yahu su zibilyon parcali puzzle'lar nasil bitirilir hicbir fikrim yok!
ciddiyim bak, kac sene oncesi nasil buyuk bir hevesle aldigim enfes bir salvador dali portresinin puzzle'i ooooyle duruyor dolabimda hala. halbuki ne hayallerim vardi, ben de cerceveletip asacaktim. cok komigim...
iki kez baslama ve bitirme girisiminde bulundum bu zimbirtiyi fakat o parcalari daha en basinda salondaki masaya mi doksem odamdaki masaya mi karar veremedigimden bi en basta basarisiz oldum. bi de 500'luk ha, buyuk bisey de degil guya. aradan yillar gecmis ikinci girisimimde, koyacagim masaya karar verip, hemen ardinda 3 yas zekasina inme switch'imi aktif edip, bir turlu nereden basliycam lan ben bu puzzle'a deyip deyip okuz gibi bakindim bi sure. sonra cerceve merceve dendi, e iyi hos da, yok bi turlu bulamadim arkadas, ayni yesil tonundan 1278 tane var elimde hangi biri? insan isi degil bu, saka olmali falan heralde deyip tekrar kaldirdim dolaba. abi bu nasil bir istir, aklim mantigim almiyor, delirmis olmak gerek heralde? mumkunati yok ben bu isi hayatim boyunca yapamiycam sanirim. o resme bakip bakip ayni renk tonundan olan 85643 parca seyi ayiklamak, dizmek, ya halbuki cok da sabirli bir insan olarak bilinirim, sabirla alakasi yok ki ama bence bunun, bildigin gerizekaliyim heralde?
Affetmem funda
eğer yeni bir kıyafet aldıysam ve de yeni duş almamışsam o kıyafeti giyemiyorum. illa tertemiz olmalıyım ki yeni olanı giyebileyim.
dünya kupası ile ilgili tahminde bulunduğu iddia edilen ahtapot paul'ü dün akşam haberlerine kadar lakap takılmış bir alman medyum zannediyordum.
insanların hayatlarında benim yapmak isteyip de yapamayacağımı düşündüğüm şeyler olduğunda hasetimden çatlıyorum. bu yüzden de bunların hiçbirisini yapmayı haketmediğimi düşünüyorum.
şiir tadında alt alta, mısra mısra girilmiş entrylerden nefret ediyorum. kullanıcı adına veya ne yazdığına bakmadan eksiliyorum. sonra içim rahat etmiyor ve dönüp okuyorum, beğenirsem öeehh butonuna basıyorum. girmeyin arkadaşım şöyle entryler.
doğaya dönmeyi ne kadar arzulasam, şöyle bir kıyı kasabasında küçük, herşeyden uzak bir ev hayali kursam da, iflah olmaz bir kent insanıyım. ve kasabalardan değil ama kasabalı zihniyetinden hiç hoşlanmıyorum.
felaket bir üç (3) takıntım var. misal yürürken elim duvara mı sürttü, iki kere daha sürtmem lazım, bir pet şişeye hafifçe dokundum ya da tekme mi attım, 3e tamamlamak zorundayım. o pet şişe arabanın altına kaçmış bile olsa onu çıkartmak ve 3ü kombolamak mecburiyetindeyim. bütün bu saçmalığın küçükken içime işleyen allah'ın hakkı üçtür söylemiyle alakalı olduğunu sanıyorum. yani allah'a hakkını vermemeyi ve aramızın bozulmasını pek istemiyorum.
şu an odamın penceresinden arka bahçeye baktığımda bir kaç genç grubu orayı ortak alan mı ne sandılarsa artık işiyorlar,tükürüyorlar.
olur olmaz zamanlarda gülme krizine giriyorum ve ne düşünürsem düşüniyim duramıyorum. bir keresinde öğrencilerimin tahtadakileri yazmasını beklerken sınıfta çılgınlar gibi gülmeye başladım. sonrasını sorma sözlük bütün suç kapesesenin.
bir kıza çok ayıp ettim ve üstüne üstlük muhabbetimi kestim. ve aradan geçen 1.5-2 yıl sonunda ki bu 2 gün öncesi oluyor, gayet sıcak bir tavırla msj attım ve muhabbete başladım. hem de hiçbir şey olmamış gibi. yüzsüzlük gibi geleblir ama hatamı telafi etmek olarak görüyorum bunu.
iskender kebabının yanında ayran içmek istiyorum bazen. fakat "mala bak, ne yapıyor?" demesinler diye bu isteğimi gerçekleştiremiyorum.
Yollar gözümde büyümekte
hasbelkader bir üniversiteyi bitirebilmek dışında, hayatta başka başarısı olmayan, yani başka bir deyişle, bir boka yaramayan bir oksijen israfıyım. bir an önce ölsem, iyi olacak gibi sanki.
ankara'da yaşamaktan nefret etmek için bin neden sayabilecekken ben, bu şehirde bir tane neden bulup mutlu olan insanlara gıcık oluyorum kimbilir belki de kıskanıyorum. ya onlar görüldüğü gibi mutlu değil, ya da bende bir sorun var.
benden başkası da nick altima bişeyler yazsın artık. ne bileyim rastgele bi entrymi okusun sonra numarasını verip ''bu entryde sıçmış resmen'' bile desin razıyım. neyse bakalım olur zamanla.
etrafımdaki insanlar hakkında neler düşündüklerimi, olan olaylar hakkında hissettiklerimi ve yorumlarımı, kızgınlıklarımı, üzüntülerimi, sıkıntılarımı, en gerçek tepkilerimi sonuna kadar inandığım bir kişiyle paylaştım sadece. ama artık o yok ve sürekli cümlelerimi yutmaktayım. şayet içime atmaz da etrafa yansıtırsam biliyorum ki etrafımda en fazla bir iki kişi kalır. uyuzun tekiyim sanırım.
benden hoşlanan insanların bir çoğundan hoşlanmamama rağmen üzülmesinler diye onlara ilgi duyuyormuşum gibi davranıyorum.
bunun iyiye sebebiyet verebileceğini düşünecek kadar mal bir insanım. bunun sonucunda çıktığım insanlar bile oldu.
hatta üzülmesin diye ayrılamadıklarım oldu. bunun böyle olduğunu bilmeme rağmen ara sıra yapmaya devam ediyorum.
iyi niyetli olmaktan ölmek olsa ölcem.günlerdir sadece klip görüntüleri aklımda olan ama sevdiğim bir şarkının klibindeki olayları google'a yazarak bulabileceğimi sanıyorum. "beyaz şort+karavan parkı+helikopter+gözleri yandı+beyaz çizme ara" gibi saçma kelimelerle boğuşuyorum.
ayrıca james spader filmleri izlemekten sapık gibi oldum. adamın hayatını araştırmak en büyük eğlencemdi ta ki eski karısının neye benzediğini öğrenmek için girdiğim abuk sitelerden bilgisayarım virüs kapıp beni durdurana kadar. daha neler yapacaktım allah biliyor. neyse.
bir aralar samimiyetin ve dürüstlüğün en önemli şey olduğunu düşünüp, yakınımdakilere herşeyi (düşündüklerimi, yaptıklarımı) en ince ayrıntısına kadar anlatıyordum. insanlar işlerine geleni aldılar artakalanları külfet olarak algıladılar. sonuç hüsran oldu tabii.
Mor ve ötesi
insanlar neden blog yaziyor, neden her saniye ne yaptiklarini twitliyor, neden formspring sayfasi aciyor anlamiyorum; bazen belki anlarim diye benim de yapasim geliyor (ki anlaticak bir suru seyim var) ama isim gucum var cok.. keske biri bana cok acik ve durust bir sekilde anlatabilecek kadar kendisi ile barisik olsa..
not: kimseye laf sokmuyorum ya, anlayamiyorum cidden..
birileri yemeğe gelecekse ki binotuzsekiz yılda bir olabilecek bir şey bu yemekleri kendi zevkime göre yapıyorum ama kötü yemek yaptığımı, sofra şeysini beceremediğimi sanmalarına ses etmiyorum. evet o yüzden salata söğüş, yediğin içtiğin şey hastane yemeği gibi ve sofrada ekmek yok.
ömrümde hiç bir şeyi yada kimseyi ,on yaşında veletken,sokakta deli gibi top oynadıktan ve aşağıdan eve doğru yalvarırcasına bağırdıktan sonra,pencereden sarkıtılan o sepeti,içinde lıkır lıkır kafaya dikilecek buz gibi suyun olduğu sepeti,havada süzülüşünü izlediğim o caanım sepeti beklediğim kadar heyecanla bekle(ye)medim.
entrymi beğendiklerini belirten mesajlar atan yazarları hemen buldumcuk olmuş gibi badi liste alıyorum. çoğunu ikinci entrylerinde siliyorum sonra :(
elti, görümce, kayın, kaynata, dünür. defalarca sormuş olmama rağmen bunlardan hangisi neyim oluyor hala bilmiyorum, öğrenemiyorum. kuzen/yeğen konusunda da kafam bazen karışmıyor değil.
çevreme bakıyorum, insanların davranışlarını izliyorum, birbirlerine, yaşadıkları çevreye, çocuklara, esnafa, oturdukları parka, yürüdükleri kaldırımlara, sokakta kendi halinde yaşayan kedi ve köpeklere yaptıklarını görüyorum...
sonra kendi kendime hayal kuruyorum, "elimde bir silah olsa, adama tutup düğmeye bastığım zaman o adam hiç olmamış olsa" diyorum... ve bunu o kadar çok istiyorum ki...
ve inanıyorum ki, o yerlere tükürenler, çevresindeki insanlara hastalık yayar gibi kötülük yapanlar, kötü davranan, gücünün yettiğini ezenler, küçük çıkarları için çevrelerindeki herkese ve hatta tüm ülkeye büyük adilikler yapanlar, çocuklara ve hayvanlara kötü davrananlar, sokak ortasında küçük çocuklara dayak atanlar, toplumda yaşama kurallarını hiçe sayanlar, trafik kurallarını iplemeyen ve çevrelerindeki herkes için ölüm tehlikesi halinde gezenler, cahilliğinin farkında olmayan ve her türlü eğitimi reddeden karacahiller.....
hepsine yetecek kadar cephanem olsa ve bunların hepsini ortadan kaldırabilsem... (sanırım bu silah çok özel bir cephane ile çalışıyor olacak sanırım...)
"çocuğum ne güzel bir dünyaya uyanırdı ertesi sabah" diyorum...
evet, itiraf ediyorum
dünyanın iyiliği için ciddi bir miktarda insanı ortadan kaldırmak bana bazen çok sevimli geliyor
senelerce iki kisiye baba dedim.
sonra bir tanesi yasimin ilerlemesi ve annem ile yasadigi sorunlara karsi anneme karsi kurdugu cepheye beni de almak icin, seninle konusmak istiyorum dedi. odama geldi ve senin gercek baban benim dedi. ufak bir kac hikaye anlatip cikti.
hemen akabinde annem odaya girip:
- benimle konusmadan hic bir seye inanma dedi.
o gun anladim ki birisine baba ya da anne diyebilmek icin biyolojik olarak baba ya da anne olmalari onemli degil. birey kim tarafindan korundugunu ve sevildigini hissediyorsa 'baba' ya da 'anne'si odur.
17 Nisan 2012 Salı
Çeşme Profilo Servisi
yeme bozukluğum olduğunu annemden ve kocamdan saklıyorum. 7 gün aç kalıp 2 gün overdose yediğimi bilmelerini ve benden tiksinmelerini istemiyorum. aç kaldığım zamanlarda günde 3 kere ağır mentollü diş temizleme suyuyla ağzımı çalkalayıp sonra sıcak suyla dilimi yakıyorum ki yemek yemediğim belli olmasın.
dün gece eski sevgilim eve geldi ve ben hiç bir şey yapmadım.
odama geçtim yattım.
kız kardeşimin arkadaşı olarak geldiği için rahat konuşmalarına izin verdim.
ama beni çağırdı.
"düşman mı olduk?" diye sordu.
"hayır ama dost da olamayız." dedim. ve ekledim "nişanlanmışsın?"
"yok kendi aramızda sözlendik"
"hayırlı olsun"
"sağol"
"görüşürüz sonra" deyip evden çıktım. arkadaşımı çağırdım. arabaya bindim. sür baki*ye dedim.
Çeşme Profilo Servisi
itiraf: "daha önce benimle olmuş, her şeyini paylaşmış birini şu anda başkasıyla düşünmek midemi bulandırıyor sözlük."
türkiye'nin en büyük bankalarından birisinin iştiraki hakkında çok gizli bir bilgiye sahibim ama kimseye birşey söyleyemiyorum. deli para kaybedicek insanlar.
saçma salak zırlamayalım diye aşk filmi yerine aksiyon filmine gittik arkadaşla. hapishaneden kaçışı anlatıyordu. ama adam karısını hapishaneden kaçırmak için öyle şeyler yapıyordu ki üzüldüm. bahane arıyomuşum demek ki. aksiyon filminde duygulanılır mı a kızım?
ha bi de çok güzel saklıyorum bazı düşündüklerimi, duysanız şaşırırsınız. bi vazgeçemedim şu huyumdan, sonra hep pişman hep pişman.
Çeşme Klima Servisi
tanıdıklarıma ekşi sözlük yazarı olduğumu söylemek istiyorum ama söz konusu kişilerin yazdıklarımı okumasını da istemiyorum. bu entryi okuyanlar yanlış anlamasın beyaz showdaki psikopat karakteri değilim.
bitirme ödevini yazarken okuldan diger tanimadigim insanlarin benzer bitirme ödevlerinden cümleler caliyorum.
almanca yazdigim icin art arda 2 cümle baglamak zor oluyor, kafamda canlandirdigim cümleyi almanca'ya cevirene kadar, baskalarinin yazmis oldugu hazirda duran cümleleri direkt olarak yapistiriyorum.
Çeşme Klima Servisi
bize profesörlerimiz hep sunu derdi:
- "amerika kitasi bir kere kesfedilmisse, tekrar kesfetmeye gerek yoktur."
- "bir matematik formülü kanitlanmissa, tekrar kanitlamaya gerek yoktur. "
eger profesörüm farkederse verecegim cevapta hazir..
az önce finansbank'tan arayıp yarın sabah için mülakata çağırdılar. şu an çalıştığım ve cuma günleride en yoğun günümüz olduğu için başka zaman olup olamayacağını sordum. bir süre telefonu bekletip size daha sonra haber veririz dediler. çok pişmanım:(
bu aralar kimsenin anlamayacagi seyler yapiyorum, belki cok kisa bir sure sonra donup arkama baktigimda benim bile inanamayacagim ve kendime hak veremeyecegim kadar tuhaf seyler. hissettiklerim de, beynimin ici de yaptiklarimdan daha az karisik degil. kisa sursun ve derin izler birakmasin yeter.
Çeşme Demirdöküm Servisi
bir yılı aşkın bir süredir çaylağı olduğum bu sitedeki hesabımı, delimanyak aşık olduğum adamla aynı platformda yazabilmek için almış idim. köprünün altından ne sular geçmiş be benjamin. şimdi "nağber leyn" deyü mesaj bile atamıyorum. "nene gerek" diyor içimdeki birtakım hücreler. işte belee...
bazen arabayla dolanırken şöyle sol dirseği dışarı çıkarıp cama dayayasım geliyor, üstüne bir de ankaralı namık falan denk geldiyse radyoda bi frekansta sanki hoşuma gidiyor :/
hayır üstüme başıma bakıyorum sonra, bu görüntünün altında nasıl bir öküz yatıyor cidden çok merak ediyorum :/
bazı entry'lerde görüyorum adam yazmış bir konuda, sonra birisi mesaj atmış demiş 'öyle değil şöyle', adam da edit yoluyla teşekkür ediyor, 'bıdı bıdı uyardı......' ya da 'tinktanke teşekkürler' falan gibi. kıskanıyorum bunları işte. birileri de beni uyarsın entrylerimle ilgilensin olric.
Çeşme Demirdöküm Servisi
küçükken böyle 5 ila 7 yaş arası tam hatırlayamadım. komşular, aile falan sürekli türkiyenin geri kalmışlığı, zamlar, bu işlerin düzelmeyeceğinden dem vuruyorlar. yıllarca akşam gezmelerinde hükümetler eleştirildi, bir sürü küçük ortamda önce türkiye sonra dünya kurtarıldı gözlerimin önünde. ben düşünüyorum tabi benim babamın, annemin, emin amcamın, nezaket teyzenin ve diğerlerinin düşündüğünü bu televizyonda gördüğüm adamlar neden düşünemiyor diye. halbuki bi düşünseler avrupa birliğine falan ne varsa girecez hayatımız kurtulacak, çok daha güzel günler bizi bekliyor. en son karar veriyorum hepsinin suçlusu dış güçler, tabi muhtemelen bunu da dinliyorum bu gezmeler tozmalar sırasında.
fire in nigth
insanlar aç, işsiz, gelecekten umutsuz, rengarenk vitrinin ve laf ebeliklerinin ardında herşey tek tek dökülüyor..belediyeler gerçekten belediyecilik yapmak yerine otel animatörü havasındalar, mok kokulu derelerin kıyılarında mesire yerlerinde oturmayı harika beledicilik anlayışı olarak destekleyenler bu adamı seviyor..işsizlikle, pahalılıkla, vatandaşların gelecek kaygıları ile uğraşmıyor da ne kendisi ne ekibi..demokratik açılımlardan bahsediyorlar hala..kendisine yandaş olmayanlarla utanmadan sıkılmadan uğraşıyor..hastaneleri satıyor, sağlığı satıyor, iletişimi satıyor, toprağı satıyor..satıyor, satıyor, satıyor..en iyi bildiği şey bu..bu ülkenin değerlerini, size bize ait geleceği tek tek satıyor ve parası ile ülkenin değil kendinin geleceğine yatırım yapıyor..
eşşek gibi çalışıyorum, çalıştığım her kuruşun vergisini veriyorum..kimsenin hakkını yemiyorum..verdiğim vergilerle bu devletin yemezse çok şey yapabileceğini de biliyorum..
harama helale inanılsa bu noktada olmazdık..o da ayrı konu..yine de hakkımı helal etmiyorum..
çıkıp delikanlı gibi desin ki "kapalı kapılar ardında ben yaptım anlaşmayı, verdim sözlerini satılacak yerlerin, ayrılacak toprak parçalarının bi bahanesini bulup satışını yapacağım:) göz yumun, imzanız formalitedir, ben yaptım oldu olacak, koyunları uyandırmayın.." neferi olmaktan gurur duyacağım..:pp
bu arada ne erdoğanın ne de zerre kadar haz etmediğim aydın doğan ın, herhangi bir insanın, medya patronunun uşağı olmak gibi bir derdim yok.. devlet adamı olmaları ile ilgili olarak daha önce yazmıştım..bana da yaramasınlar..devlet adamı olsunlar, devlet için varolsunlar..
daha öncekiler yediler, bizde yiyelim mantığı içinse..sizden sonrakilere satacak yiyecek bişiler bari bırakın derim o zamanda..
verilen 7 şehit haberine cevap olarak "askerimize sıktığınız kurşunlar kürt açılımını engellemeyecektir" ifadesini uygun gören başbakan.. bir insan elindekileri kullanmayı bu kadar mı bilmez dedirtir.. elinde bir "kürt açılımı" kozu var.. diyeceksin ki "1 şehit daha verirsek(ki 1 şehit daha verildi bile) kürt açılımı konusundaki yaklaşımlarımız değişecek".. o zaman pkk sempatizanı insanlar da bir çelişkiye düşmez mi?? pkkya dur demezler mi?? diyeceksin ki "çatışmalar devam ettiği sürece kürt açılımı askıya alınmıştır".. o zaman pkk kendi içinde çatışma ve ayrışma yaşamaz mı?? bu insanlar kürt açılımını istemiyor mu?? istemiyorlarsa neden yapıyoruz??
peki bu başbakan neden elindeki bu kozu "kullanamıyor"?? keçi gibi inatçı olduğu için mi?? kafasına kürt açılımını gerçekleştirmeyi taktığı ve gözü başka bir şey görmediği için mi?? onun için kürt açılımı öyle bir konu haline gelmiş ki kürt açılımı bir çözüm olsa da olmasa da, şehitler verilmeye devam etse de etmese de ve hatta kürt halkının kendisi dahi istemese bile bu kürt açılımını yapacak... neden?? çünkü kafaya takmış.. laf ağızdan 1 kere çıkar mantığıyla hareket ediyor... artık onun için önemli olan "kürt sorununa çözüm olacağı düşünülen kürt açılımı" değil, "kürt açılımını gerçekleştirmek".. artık önemli olan "çözüm" değil "istediği her şeyi yapabileceğini göstermek", "iktidar benim, ben ne dersem o olur demek"...
neden
kurt meselesini, hatta bir adim daha oteye gidip demokrasi sorununu cozmek gibi cok buyuk bir ise kalkistigi icin cesareti takdir edilen basbakan. uluslararasi konjonktur kendisini koseye sikistirdigi icin boyle bir ise kalkistigi iddialari bile bunun ne denli buyuk bir cesaret oldugunu golgeleyemez. kendisini ne kadar elestirsem de, ne kadar goruslerine, icraatlarina ve stiline karsi olsam da benim de bu konuda hakkini teslim ettigim basbakan.
ancak boyle cetrefilli ve nazik bir demokrasi sorununun altindan kalkabilecek cozum ve yonetim becerisine sahip olmadigini dusunuyorum. daha dogrusu 7 yillik basbakanligi surecinde gosterdigi performans bu izlenimi yaratiyor.
birincisi, kurt meselesini de iceren demokrasi sorunu enine boyuna tartisilmasi gereken bir konu. hassasiyetlerin cok yuksek oldugu nazik bir konu uzerine yapilacak bu tartismalarin nezdinde saglikli bir sekilde yuruyebilmesi icin herseyden once guvene ve serbestlik ortamina ihtiyac var. en ufak bir gerilim butun bu sureci aniden bicakla kesilmis gibi bitirir. ancak turkiye akp yonetimi suresince bundan cok daha basit ve gorece onemsiz konularda bile yuksek gerilim yasamaktan, kor inatlasmalara saplanmaktan, her kesimin sesine ve duyarliliklarina tahammul etmeyi beceremedi. burada tek suclu erdogan midir? butun siyasi parti liderlerinin, butun medya seckinlerinin burada payi buyuktur. ancak basbakan burada gorevi itibariyla en buyuk sorumlulugu tasiyor. taraflari yonetmek demek, gerekli anda gerekli yerde tansiyonu dusurmek, tartismada cerceveyi cizmek ve buna herkesi ikna edebilecek kuvvette olmak gibi yetenekler sergileyebilmektir. devlet adaminin buyuklugu boyle durumlarda ortaya cikar, fakat recep tayyip erdogan defaatle bu niteligini gelistirebilecegi veya zaten tasidigini toplumun geneline ispatlayabilecegi firsatlari malesef teker teker iskaladi. (keske iskalamasaydi. politik acidan desteklemedigim fakat buyuk devlet adami niteliklerine sahip bir basbakani, goruslerini paylastigim fakat tutumu dogru olmayan bir basbakana her zaman tercih ederim. ayrica bir turkiye cumhuriyeti vatandasi olarak, turkiye basbakani'nin demokratik ilkelere bagli kaliteli bir yonetici olmasini istememek icin art niyetli olmak lazim)
ayrica, kurt sorunu buyuk bir demokrasi sorunu cercevesi icinde ele alinacagina dair sinyaller verildi, ki toplumun da bir kesimini esas heyecanlandiran bu oldu. mesela eski rum ve ermeni koylerine de isimleri geri verilecek miydi? anadolu cografyasinda binlerce yildir yasamis, fakat simdi yok olmaya yuz tutmus diller ve kulturler koruma altina alinacak ve tekrar gelismelerine yardim edilecek/destek olunacak miydi? bu surec, ab sureci ile nasil baglanacakti? 1982 anayasasi tartismaya acilacak miydi? tartismalar baslayali haftalar, hatta aylar gecti. ancak bu gibi sorular hala havada. hukumetin bu tartismada bir hareket plani yok. her gun, yarin ne olacak, konu nereye cekilecek diye bakiyoruz, ki hukumetin de durumu farkli olmasa gerek, cunku tartismalarin akisini (tartismalari degil, akisini) kontrol altinda tuttuguna dair bir goruntu yok. basbakanin cozume ulasmak icin gidilecek yolun ikna edici bir plani, cercevesi, ilkeleri olmasi gerekirdi. bunlarin ortada olmadigi gun gectikce daha da barizlesiyor.
son olarak, recep tayyip erdogan, "bu proje yuzunden oy kaybedebiliriz, bunun riskini aldik" dese de, yakin bir gecmiste bunun tam aksini kanitladi. turkiye'nin ayaklarina her platformda dolanan ermenistan'la sorunlarinin cozulmesi icin bir yildan uzun suredir yurutulen gorusmeler sonlanmaya ramak kala milliyetci baskilar, bu kadar cabanin heba olmasina sebep olmustu. komsulariyla sifir sorun politikasi guden turkiye, ermesnistan ve azerbaycan konusunda bir anda kendisini yine onyillardir suregelen kisir kosullarda buldu. erdogan'in toplumdaki milliyetci hassasiyetlere karsi kurek cekmeyecegini o deneyimle bir daha hatirladik. bugunlerde de devlet bahceli'yle "madem apo'yu yakaladiniz neden asmadiniz? ip mi yoktu tabure mi?" seklinde seviyesi dusuk, insan haklarindan uzak, kaba bir milliyetci boy olcusmeye girismis olmasi yine ayni hassasiyetlere yine esir duseceginin emaresi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)