27 Ekim 2011 Perşembe
Koçtaş
eskiden yazarlar vapurla eminönü'ne geçer oradan babıali yokuşunu tırmanarak gazetelerine giderdi, e öyle olunca da jeton kuyruğunda, üst geçitten filan geçerken halk denen yığını gözlemleme, aynı havayı teneffüs etme olanağı bulurlardı; hal böyle olunca da ellerinde olmadan gazetelerinde bu yığının dertlerinden mutluluk ya da sevinçlerinden bahsetmek icab ederdi.
Koçtaş
hürriyet de böyle birşeydKoçtaşi... cağaloğlu'nda, önünde o güzel rölyefi ile durur, bu ülkede basın özgürlüğü var hissi uyandırır, gönlümüzü okşardı...
e tabi sonra 2telli'ye taşınıldı, yol uzak, cip lazım karda kıyamette gitmeye haklı olarak. cip aldın mı da alelade biyerde oturamazsın 5 metre duvarlarla çevrili bi sitede oturmak icap eder. e haliyle, kapalı garajlı evinden çıkıp kapalı garajlı gazetene gidip yemeğe filan da kapalı garajlı otellerin roof'una filan siyah camlı cipinle gidince dünyada neler oluyor neler bitiyor pek ayırdına varamıyorsun; hak vermek lazım şimdi, ne yapsın gariplerim...
e bi de patronun gazeteci değil de harbiden patronsa ve iş yaşamında önemli olan şey sadece ve sadece kârsa?
çok görmemek lazım, aslında hiç görmemek lazım, yani okumamak lazım
ama işte ne yaparsın ailen filan alıp okuyunca yıllardır öyle saf saf, bakıyorsun ara sıra elinde olmadan, ne de olsa büyük gazete; haber diye birşey olmasını zaten beklemiyorsun, işte ilanlara filan bakıp ev fiyatları hakkında genel bir bilgin oluyor; öyle yabana atılır birşey değil bu, çünkü kazara başka bir şehire gidip anadolu baskısı'nı alınca bir bakıyorsun ilan az, gazete incecik, için bir hoş oluyor, istanbul'u özlüyorsun... Koçtaş
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder